Yanlış Yönlendirilen Gençlik
İnsan, kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını mı sanıyor? (el-Kıyamet 36)
Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? (Müminin 115) Biz, bir oyun ve oyalanma hususu olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. (el-Enbiya 16) Ayetlerden de anlaşılacağı üzere insan başıboş, sorumsuz, amaçsız, gayesiz, oyun ve eğlence için yaratılmamıştır. Peki, ne için yaratılmıştır? Sorumuzun cevabını ALLAHu Teâlâ’dan dinleyelim: Ben insi ve cinni, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (ez-Zariyat 56) Burada kastedilen kulluk, Şer’i hükümlerle kayıtlı bir kulluk anlayışıdır. Şer’i hüküm ise; Şari’in kullarının fiillerine ilişkin hitabıdır. Bu hitap; İktiza/talep (farz, mendup, nafile, mekruh, haram), Tahyir/serbest (mubah), Vaz’i (şart, sebep, mani, batıl) şeklinde tezahür eder. Kişinin Şer’i hükümlerle muhatap olabilmesi için mükellef olması gerekir. ALLAH’ın emir ve yasaklarını yerine getirmekle vazifeli olan kimselerin her birine “mükellef” denir. Kişinin mükellefiyet altına girmesi ve Dinimizin hükümlerinden sorumlu tutulabilmesi için; Müslüman,âkil ve bâliğ olması şarttır. Buna göre mükellefiyetin birinci şartı olarak kişinin, Müslüman olması gerekmektedir. Müslüman olmayan kimseler, İslâm Dini’ne girmedikçe, Yüce Dinimizin emir ve yasaklarıyla muhatap değildirler. Mükellefiyetin ikinci şartı da, âkil olmaktır. Âkil demek, ne yaptığını bilen, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edecek temyiz kabiliyetine sahip olan kimse demektir. Mükellefiyetin son şartı da, kişinin bâliğ olması, yani, bulûğa ermiş bulunmasıdır. Bulûğa ermek, çocukluktan çıkıp ergenlik çağına girmek, cinsî duygu ve hisler kendisinde başlamış bulunmak demektir. Bulûğ çağı, İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre kızlarda 9-15; erkeklerde 12-15 yaşları arası olarak belirlenmiştir. Yalnız İmam ebu Hanife, bulûğ çağının sonu olarak kızlarda 17; erkeklerde ise, 18 yaşını kabul eder. Makalemizde,gerçekte “buluğ dönemi” denilince, ne anlamamız gerekiyor ve buluğ döneminin önemi nedir?” gibi meselelere temas etmeye çalışacağız İnşaALLAH. Buluğ çağına erişmiş her çocuk, artık çocukluktan çıkıp, gençliğe adım atmıştır. Bunun manası, artık o da, diğer büyükleri gibi ALLAH’ın koymuş olduğu hükümlerle kayıt altındadır. Yani daha açık bir dille ifade edecek olursak, amel defteri açılmış ve kalem yazmaya başlamıştır. 3 Mart 1924 senesinde İslâm’ın azılı düşmanları olan İngilizler tarafından teşvik ve yardımlar edilmesiyle Hilâfet ilga edildi ve dünya sahnesinden kaldırıldı. Asırlar boyunca dünyaya efendi olan Ümmet, kâfirlerin sömürdüğü ve emrine amade kıldığı köle durumuna düştü. Kalkan’ının kırılmasıyla korumasız kalan İslâm Ümmeti, nasıl ki, mikropların bedenin en önemli sistemlerinden biri olan bağışıklık sisteminin çökmesiyle her yandan o vücuda girip de insanı bir gecede alaşağı ediyorsa, işte Ümmet de tıpkı böyle İslâm Dini’nin bağışıklık sistemi durumundaki Hilâfet Nizamı’nın kaldırılmasıyla alaşağı edildi. Hilâfetle birlikte Ümmet, tüm değerlerini yitirdi. Dinimizin gerçekleri hurafe, hurafeler din sayıldı. Hasıraltı edilen gerçeklerden biri de İslâm’ın buluğ dönemine bakışıdır. Bu husus, gerçekten çok önemlidir. Devletlerin akidelerinin bekası için her zaman gençlere ihtiyaç duyulmuştur. Gelecek onlara emanettir ve tarih, nice genç yöneticilerin yönettiği devletlerin başarısına tanık olmuştur. Hilâfet ilga edilip de yerine dayatılan Laikliğin baş mimarlarından olan M. Kemal de bunun ehemmiyetini çok iyi biliyordu. Ki, Cumhuriyet ilan edildiğinde haklı bir endişeye kapıldı. Çünkü vahiy kaynaklı bir Nizam kaldırılmış, yerine beşer kaynaklı bir nizam dayatılmıştı. Bu nizamın on sene dayanması karşısında hayret ve sevinçle “Onuncu Yıl Marşı”yazılmıştır. Marşta dikkatimizi en çok çeken satır ise “on yılda onbeş milyon genç yarattıkher yaştan” kısmıdır. Her zaman, her işte gençlik ön plandadır. İslâm Devleti kaldırıldığında, beşer kaynaklı Laikliği kabul etmeyenlerin akıbetini tarih yazmıştır. Devamla gelen nesil, onların istediği gibi şekillendirildi ve Cumhuriyet, korunması gereken İlahî bir değermiş gibi gençliğe miras bırakıldı. Cumhuriyetle doğup, yetişen gençlik! Başta psikologların şekillendirdiği, okulda öğretmenlerin yönlendirdiği ve sonunda ailelerin ellerinden kaçırdığı ve çığırından çıkmış bir gençlik… Sonuç ortada: Sürekli isyan eden, saygı, sevgi, iyi niyet, merhamet, fedakârlık... gibi değerlerden bîhaber, aklı beş karış havada, geçmişine saygı duymayan, bu gününü boş geçiren, sorunlardan kaçmak için deve kuşu misali başını toprağa gömen, geleceğe dair bir hedefi ve umudu olmayan bir gençlik. Zamanını internette geçiren, okullarda terör estiren, ailesinin korkudan soru bile soramadığı gençlik! Bu arada psikologlar ve eğitmenler, kısır döngü haline gelmiş bu yanlış yönlendirmeden geri adım atmak yerine, halen bu yanlışlığı körüklüyorlar. “Yok, efendim sıkıntılı ve stresli olur üzerine gitme”, “aklı beş karış havada, ilerde o da olgunlaşır sabret”, “bu dönemde flörtü olur, görmezden gel”, “üzerine gidersen evden kaçar, kötü yola düşer”, “namaz ve başörtüsü gibi dini vecibeleri hususunda sakın baskı yapma, sonra dinden soğur. ALLAH bir gün ona da hidayet nasip eder” sözlerini sürekli duyarız. Tıpkı altıncı sınıfta okuyan bir kızımızın anlattığı şu mesele gibi: “Rehberlik Öğretmenimiz, erkek öğrencileri sınıftan çıkartıp bizlere bir takım hususları anlattı ve devamla şöyle dedi: “Siz şimdi ergenlik dönemini yaşıyorsunuz. Bu zamanda asabi ve sinirli olursunuz, bu dönemde erkek arkadaşlarınızın olması gayet normal. Bazı cahil anne ve babalar bu dönemde sizleri anlamazlar. Zaten hafta sonu toplantı yapıp bu hususları onlarla da konuşacağım.” Bu sözleri sık, sık eğitmenlerden ve psikologlardan duyan gençler ise bilinçaltından “Ben şimdi buluğ dönemine girdim, sinirli olmalıyım, ortalığı kırıp dökmeliyim, anne, babama karşı gelmeliyim” diye kendini şartlandırıyor ve hiç de bu halde değil iken, böyle davranmaya kendini zorluyor. İşte kafaları karıştıran çelişki, tam burada açığa çıkıyor. Yazımızın başında “ergen olan kişinin amel defteri açılmış ve günahları yazılmaya başlamıştır” demiştik. Kendini sinirli olmaya zorlayan ve şartlandıran genç, çevresini -özelliklede ana-babasını- üzmeye başlar. Oysa Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim, bunun tam tersini söylüyor: Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf’ bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle. (el-İsrâ 23 ) Eğer ergenliğe geçiş, anlatılanlar gibi bu kadar sıkıntılı ve stresli olup, gençleri böylesine etkiliyorsa, bize şah damarımızdan daha yakın olan ALLAH Subhanehû ve Teâlâ, gençleri günah ve sevapla muhatap etmezdi ve bu yaşları geçesiye kadar onları her şeyden muaf tutardı. Tam aksine tüm hükümlerle muhatap tutmuştur. Her şeyi en iyi bilen O’ dur. İslâm’a göre buluğ dönemi, çığırından çıkış dönemi değil, tam aksine yola hizaya geliş dönemidir; çocukça davranışlardan sıyrılıp daha olgun davranışlar sergileme dönemidir. Aklını hayırlara çalıştırma ve hayırlarda çığır açma dönemidir. Zaten tarihine, ecdadına bakan kişi de bunun böyle olduğunu görecektir. Kutlu komutan İstanbul’un Fatihi, Fatih Sultan Muhammed (ALLAH ondan razı olsun) yönetimi babasından aldığında yaşı genç olduğu için düşman, “fırsat bu fırsattır” diye saldırıya geçmişti. Kutlu Komutan, yönetimi kendisine bırakıp ömrünün kalan kısmını ALLAH’a ibadetle geçirmek için inzivaya çekilen babasına haber salıp yardım istemesine rağmen babası ısrarla sen bu işin üstesinden gelirsin yanıtını veriyordu. İş ciddi idi. Genç yaşta tahta geçmesi düşmanın iştahını kabartmıştı. En sonunda Fatih, babasının bir daha ret edemeyeceği şöyle bir mektup yazar: “Eğer Sultan sen isen gel ordunun başına geç, yok eğer Sultan ben isem tez emre itaat et, gel, ordunun başına geç.” Yine Batı’nın halen hayret ettiği, yıkılmazlık unvanına sahip Bizans surlarını yerle bir eden topları döktüren, çağ kapatıp, çağ açan İstanbul’un fethini yapan hep bu kıvrak zekâlı genç idi. Uhud Gazvesi’nde ibni Ömer, henüz buluğ olmadığı için savaşa götürülmez iken, yaklaşık iki sene sonra buluğ olup Hendek Gazvesi’ne katılmıştı. Demek ki buluğ dönemi, aklın beş karış havada gezdiği bir dönem değil de, aklın havalardan yere indiği bir dönemmiş. Cumhuriyet’in on senede yetiştirdiği, kimliğini kaybetmiş, şahsiyet bunalımı yaşayan, on beş milyon gencin yanı sıra, İslâm, tarihe ismini altın harflerle yazdıran gençlerle doludur. Müslüman kardeşlerimize, üzerimize farz olan ve Rabbimin emri olan hakkı tavsiye ediyoruz ve onlara sesleniyoruz: “ne olur hak ile batılı birbirine karıştırıp bile, bile hakkı gizleyen İslâm düşmanlarının sözlerine kulak tıkayıp, Rabbimizin ayetlerine ve Rasulullah Efendimizin sözlerine kulağımızı dört açalım. Ve Rahmet Nebisi’nin şu hadisi şerifini kendimize rehber edinelim: “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz. Onlar ALLAH’ın Kitabı Kur’an-ı Kerim ve Nebisi’nin Sünneti’dir.” Rabbimiz Maide Sûresi 3. ayetinde, Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’dan razı oldum. (el-Maide 3) buyurmuştur. Yüce ALLAH, doğum ile ölüm arasına yayılmış olan hayatımız ile ilgili olarak her şeyi ve metodunu açıklamıştır. Yani ayetten de anlaşılacağı üzere kemale ermiş ve Rabbimizin razı olduğu bir Din’e sahibiz, el-Hamdulillah. Sadece bu husus ile ilgili değil, tüm meselelerimizi İslâm’a götürüp İslâm’ın bize gösterdiği şekilde yaşayacağız İnşaALLAH… Şer’î hüküm karşısında her zaman son sözümüz;‘işittik ve itaat ettik’ olsun.
Nurten Işık