Tefekkürü Tefekkür Ederken
Tefekkür herhangi bir mesele hakkında enine boyuna düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma anlamlarına gelmektedir. Tefekkür, fikir kökünden gelmekte, fikir ise Şemseddin Sami'nin "Kamus-i Türkî" isimli eserinde; akıl, zihin, zekâ, re'y, bir adamın kendi fikrince kararlaştırıp uygun gördüğü yol, niyet olarak ifade edilmektedir. Diğer bir deyişle tefekkür, şuurlu hareketin, bilinçli davranışın ve akıllı tavır sergilemenin bir göstergesidir.
Bismillahirrahmanirrahim,
Allah'u Teâlâ’nın hayat kitabımız olarak göndermiş olduğu Kur'an'ı Kerim'in ilk ayetleri aslında tefekkürün en büyük nişanelerindendir. Allah (c.c) Alak Suresi’nin ilk beş ayetinde şöyle buyurmaktadır.
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini öğreten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir."
Allah'u Teâlâ bu ayetlerle kendisini yoktan var ettiği kulundan, Rabbinin adıyla okumasını, bir bakıma tefekkür etmesini, istemektedir. Acaba okumak bizim ilk olarak anladığımız yazılı bir metin midir sadece? Hayır, Allah (c.c) aslında kulundan O'nun yaratmış olduğu kâinatı hatta insanın kendisini okumasını istemektedir. Nasıl mı?
Rum suresi 8. ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
"Kendi kendilerine, Allah'ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi?"
Zariyat suresi 20 ve 21. ayetlerde ise şöyle buyurulmaktadır:
"Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?"
Bakara suresi 164. ayet-i kerimede ise Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlayan) bir çok deliller vardır."
Bu ayetler Allah'u Teâlâ’nın, kulundan kendisini ve kâinatı okumasını ve bunları tefekkür etmesini istediğinin en açık göstergelerinden değil midir? Allah (c.c) kuluna: "Hiç akletmez misiniz? Görmüyor musunuz?" diye buyurmaktadır.
Allah'u Teâlâ’nın Halilim yani sadık dostum, dediği Hz.İbrahim (a.s)'ın okuması, akletmesi yani tefekkürü işte bu ayetlerde belirtildiği ve Allah'u Teâlâ’nın istediği gibiydi.
En'am suresi 75 ile 79. ayetler arasında Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
" Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (izzet ve hükümranlık) gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben hanîf (Allah'ı bir bilen, hakka yönelen ve batıldan hoşlanmayan) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim."
Peki ya, Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.a.v)'ın tefekkürü nasıldı? O'nun tefekkürü de tıpkı atası Hz.İbrahim (a.s)'ın ki gibiydi. Kendisine nübüvvet gelmeden önce Hira (arayış) Mağara'sına gider, inzivaya çekilir ve orada yerlerin ve göklerin melekutu (izzet ve hükümranlık) hakkında düşünür ve Kabe'yi seyrederdi.
Peygamberimiz (s.a.v.)'e nübüvvet geldikten sonra ise O'nu en çok etkileyen ayetlerden biri tefekkür hakkında olmuştur. İki kişi Hz. Aişe (r.an)'ı ziyaret etmişler. Onlardan biri: "Hz. Muhammed (S.a.v)'de gördüğünüz etkileyici bir şeyi bize anlatır mısınız?" deyince, Hz. Aişe (r.an) şöyle demiştir: " Resulullah (s.a.v) bir gece namaza kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakallarını ve secde esnasında yerleri ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hz.
Bilal (r.a): "Ya Resulullah! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi ağlatan nedir?" deyince, O: "Bu gece Yüce Allah bir ayet indirdi. Beni bu ayet ağlatmaktadır." dedi ve ayeti okudu.
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır." (Al-i İmran 190)
Tüm bu ayetler gösteriyor ki kâinat, muazzam manaların ifade edildiği muhteşem bir kitap, insan ise bu kitabın en anlayışlı muhatabıdır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'ın tefekküründen bahsettik. O'nun ve bizim atamız olan Hz.İbrahim (a.s)'ın tefekküründen bahsettik. Peki ya, bizim tefekkürümüz? Yeryüzüne ve gökyüzüne bakarken neleri düşünüyoruz? Mesela kar taneleri, gökyüzünden yeryüzüne adeta bir inci gibi birbirine hiçbir şekilde çarpmadan inerken bunun bir mucize olduğunu düşündük mü hiç? Kar kristalleri üzerinde ilk araştırmaları yapan ABD'li Wilson Bentley, gördüğü muhteşem sanat karşısında adeta büyülenmiş ve elli yıl boyunca sürekli kar kristali fotoğrafı çekmiştir. Elde ettiği 6000 resim içinde kristal yapıları birbirinin aynı olan iki kar tanesine dahi rastlayamamıştır. Daha sonraları diğer bilim adamlarının sürdürdüğü çalışmalar neticesinde dünyanın yaratılışından şimdiye kadar kar tanecikleri arasında aynı büyüklükte, aynı şekilde ve aynı sayıda su molekülü ihtiva eden iki kristale rastlanamamıştır.
Bir mimarın tek bir kar tanesinin şeklini yapmak için saatlerini ayırması gerektiği halde, Allah'u Teala'nın sayıları milyarları aşan ve her biri birbirinden tamamen farklı olan kar tanelerini saniye bile olmadan gökyüzünden yeryüzüne indirmesi bir mucize ve O'nun varlığının göstergesi değil midir?
Bir su zerresinden yaratılan insanın hali de tıpkı kar tanelerine benzemektedir. Dünyanın yaratılışından şimdiye kadar hiçbir insanın parmak izi hatta buna ikizler de dâhil olmak üzere birbirinin aynı değildir.
Casiye suresi 5. ayet-i kerimede Allah'u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır."
Peki ya, uyumamız yani adeta küçük ölümümüz. Uyuyan kişi uyanıncaya kadar görememekte, işitememekte ve etrafında olup bitenleri hissedememektedir. Bu durumda düşünmez mi hiç insan aslında her günün herhangi bir vaktinde ölüp tekrardan dirildiğini. İşte bu Allah'u Teâlâ’nın kulunu öldükten sonra tekrar dirilteceğine dair apaçık delillerden biridir.
Zümer suresi 42. ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
" Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır. "
Allah'u Teâlâ bu hal ile yine kendisini ve varlığını hatırlatmakta ve aslında insana ömrünün sonuna kadar defalarca kendisini fark etmesi için uyarıda bulunmaktadır. Bu da Allah (c.c)'ün kuluna karşı ne kadar merhametli olduğunun apaçık göstergelerindendir. Hz. Peygamber (S.a.v) uykudan uyandıkları vakit şöyle derlerdi: "Ölümden sonra bize tekrar hayat bahşeden Allah'a hamd-ü senalar olsun, dönüş ancak O'nadır."
Tüm bu delillerin ardından subhanallah yani Hakkın mahlûkatı ve eserleri hakkında duyulan hayret ve şaşma, elhamdülillah yani Allah'u Teala'ya tüm yarattıklarından ötürü hamd ve Allahuekber yani muhakkak Allah en büyüktür demek düşüyor üzerimize tıpkı her namazımızın ardında O'nu tefekkür edip yarattıklarının bir kısmını O'nun izniyle fark etmiş olduğumuz ve en büyük olduğunu tasdik edip, onaylamış olduğumuz gibi. Tefekkürü tefekkür ederken Rabbimizin izniyle sonuç olarak yine bu durağa ulaştık.
Allah (c.c.) bize tüm yaratmış olduğu şeylerdeki sır ve hikmete ulaşmayı, O'nun varlığını her defasında daha da iyi anlamayı, öğrendiklerimizle en güzel şekilde amel edebilmeyi, O'na layık salih ve saliha, mü'min ve mü'mine kullarından olabilmeyi ve Peygamberimiz (S.a.v)'e layık iyi bir ümmet olabilmeyi nasip etsin inşallah.
Es selamualeyküm ve rahmetullahu ve berekatuhu.
BİRTAN GEZER