Şehid Seyyid Kutub
Şehid Seyyid Kutub
Seyyid Kutub Önder Bir Şahsiyet Seyyid Kutub, 20. yüzyılın en büyük ve önemli düşünürlerinden biridir. O inancı uğruna tüm sıkıntı ve güçlüklere göğüs geren, hatta bu yolda canını vermekten dahi çekinmeyen düşünceleriyle, yaşantısıyla çevresine ışık saçan önder bir şahsiyettir. Seyyid Kutub, Yüce Allah'ın: "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söz e sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır" (Ahzab, 33/23) ayetinde sözü edilen kişilerden olduğuna inandığımız ve çağın yetiştirdiği müstesna insanlardan biridir. Dindar ve Seçkin Bir Aileye Mensuptu 1906'da Mısır'ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan'dan Mısır'a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlakıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Kutub, kendisi annesine ithaf ettiği "Kur'an-ı Kerim'de Edebi Tasvir" adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan söz eder. Seyyid Kutub, annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur'an'ı ezberledi. Babası İbrahim Kutub'a ithaf ettiği "Kur'an'da Kıyamet Sahneleri" adlı eserinde şöyle der: "Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti." İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesinde orta ve lise tahsilini yaptı. Daha sonra Daru'l-Ulum Fakültesi'ni bitirdi. 1933'te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde "Yeni Fikir" adı altında bir dergi çıkardı. 1941'de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif vekaleti tarafından Amerika'ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler cemaatiyle birtakım ilişkilere girmişti. 1945'te Amerika'dan döndükten bir süre sonra da, tamamen bu cemaate katıldı. Cahiliyeden Hidayete Seyyid Kutub'un hayatı, iki döneme ayrılır: Birincisi, Allah'a olan inancını da koruyarak, sosyalizme yöneldiği ve daha çok edebi çalışmalara ağırlık verdiği dönemdir ki, kendisi bunu "cahiliye dönemi" olarak adlandırır. Bu dönemde "Dikenler", "Köyden Bir Çocuk" ve "Sihirli Şehir" adlı üç romanı yayınlanmıştır. İkincisi, İslami fikir ve anlayışının derinleştiği ve olgunlaştığı ve Müslüman Kardeşler'e katıldığı dönemdir. Zulüm ve İşkence Seyyid Kutub, 1954'te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kaldı. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır'a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub'un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır'dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu. 1965'te "Yoldaki İşaretler" adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç - dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60'a dayanmıştı. Cellatlar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. (1) Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat Bekr eş-Şafii'yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde şehit oldu. (2) Bu yolla da Kutub'u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular. Az daha o da abisi gibi şehit olacaktı. Cellatlar bununla da yetinmeyerek Şehit Rıfat'ın annesi Nefise Kutub ile Seyyid Kutub'un diğer kız kardeşi Emine Kutub'a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehit edildikten sonra Nefise hanım serbest bırakıldı. Kız kardeşi Emine Kutub'un tutukluluk hali ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir bölümü askeri hapishanede diğer bölümü de Kanatir cezaevinde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. (3) "Zalimlerden Özür Dilemem" Caniler burada zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz onca işkenceye rağmen Seyyid Kutub'u davasından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Caniler Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifte bulundular: "Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır'dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır." Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Üstad Kutub'un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: "Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!.." Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü, ama gösterdiği kararlılık fikirlerini kendisine yönelen inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale kıldı. Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş'la birlikte idama mahkum edilmişti. İdam kararı 29 Ağustos 1966'da infaz edildi.Tevhidi Anlayışın ve Yaşayışın Önemi Seyyid Kutub'un eserlerinin özü kelime-i tevhidin yeniden ashabın anladığı gibi anlaşılmasını sağlamaktır. Onun düşüncelerinin özeti kabul edilen ve şehit edilmesinde gerekçe olarak kullanılan "Yoldaki İşaretler" adlı kitabında kelime-i tevhidin anlamı, etkisi ve sonuçları üzerinde durulmaktadır. Örneğin; bu kitabın ilk bölümü olan "Örnek Kur'an Nesli" başlığı altında şöyle denmektedir: "Davetin yegane kaynağı Kur'an önümüzde... Allah elçisinin fiili ve ameli sünneti de tarih boyunca benzeri bir kez gelmemiş ilk dönem (sahabe) neslinin önünde olduğu gibi, bizim de önümüzde... Tek eksiğimiz Allah elçisinin bir fert olarak aramızda olmayışı... Bütün sır burada mı saklı acaba?..." (4) Bu soruya cevap verirken, İslam dininin evrenselliği ve kıyamet gününe kadar devam edeceği gerçeğini dolayısıyla ilk nesille bugünün neslinin anlayışında bir farklılık olmaması gerektiğini dile getirdikten sonra sahabe neslinin İslami anlayışı ile bizim İslami anlayışımız arasındaki mevcut farklılıkların sebeplerini şöylece sıralamaktadır: Birinci olarak: İlk Kur'an neslinin (sahabe-i kiramın) beslendiği yegane kaynak Kur'an-ı Kerim ve Rasulullah (s.a.s.)'ın Kur'an'ın tefsiri niteliğindeki söz, fiil ve takrirleri idi. Zira Hz. Aişe validemiz de: "O'nun ahlakı Kur'an idi" buyuruyor. (Nesai) İkinci olarak: Sahabe-i kiram, Kur'an ve hadisleri bilgilerini artırmak, kültür dağarcıklarını geliştirmek, Kur'an tilavetinden müzikal bir zevk almak ya da dünyevi bir çıkar sağlamak amacıyla okumuyorlardı. Onlar Kur'an'ı sadece öğrendiklerini yaşamak, hayatlarında uygulamak için öğreniyorlardı. Üçüncü olarak: Sahabiler İslam'a girmekle cahiliyetin, küfrün tüm örf ve adetlerini, dünya görüşünü, İslam öncesi hayatın değerlerini arkalarında bırakıyorlardı. Kişi İslam'a girdiği andan itibaren hayatında yepyeni bir sayfa açıldığının bilincindeydi ve ona göre hareket ediyordu. Kelime-i şehadet, tüm şirk ve cehaletten soyutluyordu onları." (5) Seyyid Kutub bu bilgilerle kelime-i şehadetle insanın, bir yaşantıdan (küfürden), diğer bir yaşantıya (İslam'a) nasıl geçtiğini ve bu kelimeyi söyleyenin nasıl bir yükümlülük altına girdiğini belirtmeye çalışmıştır. Kutub, kitabında ayrıca bir insanın Allah'ın tek ilah olduğuna inanırken, Allah'tan başka güçlere (tağutlara) boyun eğerek, Allah'ın koyduğu yasaların önünde değil de, tağutların önünde yargılanmayı istemesini şiddetle eleştirir. Böyle bir insanın inancında samimi olamadığını, kendisiyle çelişkiye düştüğünü belirtmektedir. Nitekim Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Sana ve senden öncekilere indirilene iman ettiklerini ileri sürenleri görmüyor musun ki, Tağut'un hükmüne başvurmaya kalkışıyorlar! Oysa onu inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da onları uzak bir sapıklığa çekmek istemektedir." (Nisa, 4/60) O, Bütün İslam Dünyasını Etkilemiştir Seyyid Kutub'un, kendinden sonraki Müslüman düşünürlerin ve cemaatlerin üzerinde önemli etkisinin olduğu inkar edilemez. Buna Türkiye'deki düşünürler ve cemaatler de dahildir. Özellikle Fi Zilali'l-Kur'an adlı tefsiri, Müslüman davetçilerin müracaat kitapları ve Kur'an-ı Kerim'i günümüzde yaşananlarla irtibatlı bir şekilde anlama ve yorumlama konusunda temel kaynakları haline gelmiştir. Seyyid Kutub, İslami çalışmalarındaki ihlas ve samimiyetine rağmen şehadetinden sonra bazılarınca yanlış anlaşılmıştır. Bize bıraktığı düşünce, fikir ve amel mirasından onun istemediği sonuçlar çıkarılmıştır. Buna bir örnek şudur: O hayatında ve kitaplarında hiç bir Müslümanı şahsen tekfir etmediği halde, onun şehadetinden sonra eserlerinden etkilendiklerini ileri süren bazı kişiler birtakım şahısları ve akımları tekfir etmişlerdir. Oysa Seyyid Kutub kitaplarında kişilerle uğraşmaz. O tespitlerde bulunur, çıkarımlar yapar ve bu çıkarımları sentezleyerek genel kurallara varır. Örneğin şöyle der: Allah'a bütün kalbiyle inanan biri, inkarcılarla samimi dostluk ilişkisi içine giremez, onları sevemez, velayetini onlara tevdi edemez. Bunlar, ayetlerde de geçen prensiplerdir. Ne var ki onun şehadetinden sonra, onun düşüncelerini topluma yaymaya çalıştıklarını ve uygulamaya geçirdiklerini ileri süren bazı kişiler bu açıklamalardan İslam'ın hoş görmediği birtakım yanlış prensipler çıkarma gibi önemli bir hataya düşmüşlerdir. Kutub'u Hedef Alan Haksız Tenkitler Asıl üzücü olan husus da, bazı kesimlerin Seyyid Kutub'u son derece haksız ve insaf sınırlarını iyice aşan eleştirilere maruz bırakmalarıdır. Bu tenkitlerin çoğu asılsız iddialara veya ifadelere zorlayan çarpık yorumlara dayanmaktadır. Biz bu yazımızda ona yöneltilen haksız eleştirilerden önemli gördüğümüz bazılarına cevap vermeye çalışacağız. Bunun sebebi o büyük şehidin aklanmaya olan ihtiyacı değil sadece bu eleştirilerin ne derece yersiz ve haksız olduğunu ortaya koyma gayemizdir. Bir diğer gayemiz de yetişen nesil ile Seyyid Kutub arasındaki bu eleştiri duvarlarını kaldırarak İslam'ı bir bütün olarak anlamaya çalışan insanlarımızın onunla doğrudan muhatap olmalarını sağlamaktır. Çünkü bu haksız ve insafsız eleştiriler özellikle bazı gençlerimizin Seyyid Kutub'dan uzak durmalarına yol açmakta dolayısıyla oldukça önemli bir ilim ve fikir mirası bırakmış o değerli insandan yararlanamamaktadırlar. Türkiye'de ümmet bilincinden yoksun ve birtakım taassuplar içinde olan bazı kişiler insanları ondan soğutmak amacıyla çeşitli iddialar ortaya atmaktadır. Bu gibilerin bütün işleri insanları, sade ve temiz kaynaklardan uzak tutabilmek için o kaynakların zehirli olduğu söylentileri yaymaktır. Kendileri alternatif kaynaklar ortaya koymazlar. İnsanların o kaynaklara olan ihtiyaçlarını gidermek amacıyla da Yüce Allah'ın: "Ne semirtir, ne de açlığı giderir" (Gaşiye, 88/7) dediği türden, insanlara bir şey vermeyen ya da asıl kendisi zehirli olan birtakım ürünler sunarlar. Zehirli olduğunu ileri sürdükleri kaynaklar hakkında ise hiçbir test yapma, onu tanıma, gerçekten zehirli mi yoksa besleyici mi olduğunu araştırma ihtiyacı bile duymazlar. İşte insanlarımızın asıl bu gibiler karşısında duyarlı olmaları, onların o zehirleyici dedikodularına karşı uyanık bulunmaları gerekir.
O Bölücü Değil Ayırıcıydı Seyyid Kutub'a yöneltilen haksız eleştirilerin biri onun hükümete karşı kışkırtıcı, kardeşi kardeşe düşman yapıcı, yıkıcı, bölücü, Müslümanları isyana teşvik edici yazılar yazdığı ve bu tür düşüncelere sahip olduğu iddiasıdır. (6) Bu iddia sahiplerine göre Seyyid Kutub ve Mevdudi gibi İslam alimlerinin ve bu alimleri seven Müslümanların, hükümetler tarafından en ağır cezaya çarptırılmaları gerekir. Başka alimlerin de, onlardan etkilenenlere söz ve yazı ile öğüt vermeleri, cahillerin ise onların kitap ve broşürlerinden uzak durmaları gerekir. (7) Görüldüğü gibi büyük şehidin deyimiyle tamamen "cahiliyet" kokan bu iddia aslında cevaplandırılmaya bile değmeyecek kadar basit ve dayanaksızdır. Her şeyden önce Üstad Seyyid Kutub'un yaşadığı topraklarda etnik ayrılıklara dayalı bir hareket olmadığından buradaki bölücülükle kastedilen, coğrafi bölünme değil, fikri ve itikadi ayrılıktır. Merhum şehit insanları İslam'a davet ettiğinden, bu davete olumlu cevap verenlerle olumsuz cevap verenler arasında doğal bir ayrılık ortaya çıkmaktadır. Kimse bu ayrılıktan dolayı Seyyid Kutub'u sorumlu tutamaz. Çünkü İslam kendisi daveti farz kılmıştır. Müslüman olmasından sonra İslam'la küfür arasında kesin bir ayırım gerçekleştirmesi dolayısıyla "Faruk: Ayırıcı" unvanıyla ünlenen Hz. Ömer (r.a.)'in tavrı da imanla küfür kitlesini net bir şekilde birbirinden ayırmanın önemini ortaya koymaktadır. Yüce Allah da, bir çok ayette Kur'an-ı Kerim'in hak ile batılı, aydınlıkla karanlığı birbirinden ayıran bir kitap olduğunu belirtmiştir. Asıl Kardeşlik İman Kardeşliğidir Kardeşi kardeşe düşman yaptığı iddiasına gelince: Hiç kimse Seyyid Kutub'un eserlerinde Müslümanların birbirine girmelerini, savaşmalarını isteyen bir satır bile gösteremez. Aksine O Müslümanların kardeş olduklarını özellikle vurgulayarak onları birliğe çağırıcı pek çok yazı yazmıştır. Hucurat suresindeki: "Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat, 49/10) ayetinin Fi Zilali'l-Kur'an'daki tefsirine bakılması onun bu konudaki tavrının anlaşılması açısından yeterlidir. Yukarıdaki iddianın sahipleri belki Seyyid Kutub'un neden mü'min ile kafirin kardeşçe yaşamalarının mümkün olamayacağını dile getirmesinden rahatsız olmuşlardır. Oysa bu konuda hükmü bizzat İslam koymakta ve imandan doğan kardeşliğin dışındaki kardeşliklerin sevgi ve velayeti zorunlu kılmadığını bildirmektedir. Asrı Saadet'te de yerine göre aynı ana - babadan doğma kardeşlerden biri İslam saflarında diğeri küfür saflarında birbirleriyle çarpışabiliyordu. Küfre Karşı Durmak İmanın Gereğidir Yukarıdaki iddiayı Türkiye'de yaymaya çalışanların aynı zamanda Seyyid Kutub'u bid'atçılıkla, mezhepsizlikle, cahillikle suçladıklarını görürüz. Bu konuda "İslam Ahlakı" adlı kitaplarında şöyle diyorlar: "Mısırlı Hasan el-Benna ve bunun yetiştirmelerinden Seyyid Kutub gibi mezhebsiz, cahil din adamları, (cihad, zulm edenlere ve zalimlere karşıdır) ayet-i kerimesini ileri sürerek hükümete isyan ettiler. Hasan 1949, Seyyid Kutub da 1966 isyanında idam edildi. Aldattıkları binlerce genç de, zindanlarda senelerce işkence çektikten sonra öldürüldüler. İhvanı Müslimin yani Müslüman Kardeşler denilen bu gençler, 1982'de Suriye'deki zalim Es'ad hükümetine isyan ederek, Hama şehrinin yakılıp yıkılmasına ve onbinlerce Müslümanın feci şekilde öldürülmesine sebep oldular. Halbuki, zalim hatta kafir hükümetlere karşı isyan etmeyi, fitne çıkarmayı, dinimiz yasak etmektedir..." (8) Burada yazılanlar ve ortaya atılan iddialar sahiplerinin cehaletini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan yukarıda yazılanlara bakarak bunları yazanların ne derece cahil ve İslam bilgisinden uzak olduklarını tespit etmemiz mümkündür. Bu iddialar aslında cevaplandırılmaya değecek iddialar değildir. Ancak şu kadarını söylemeyi zorunlu görüyoruz: Bu iddiaların mantığına göre, Bilal, Ammar, Yasir, Sümeyye ve daha pek çok sahabi (Allah hepsinden razı olsun) Müslüman olduklarını söylemekle suç işlemişlerdir. Demek ki, suç onlara işkence yapanlarda değil, bizzat kendilerindeymiş? O, Fıkıhta İçtihadın Önemini Biliyordu Seyyid Kutub'un mezhepsiz olduğu iftirasına gelince: Aslında bu iftirayı da pek üzerinde durulmaya değer ciddi bir iddia olarak görmüyoruz. Bu iddiaya cevap olarak sadece şunu söylemekle yetiniyoruz: Seyyid Kutub, şehadetine kadar Müslüman Kardeşler'e bağlılığını korumuş, bu cemaatin bir ferdi olarak idam sehpasına gitmiştir. Onun bey'at ettiği, kabul ettiğine, inandığına dair söz verdiği ilkelerden birisi de şudur: "Fer'i hükümlerin delillerini değerlendirebilecek kadar içtihat derecesine ulaşmayan her Müslümanın, bir müçtehit imama uyması gerekir...." (9) Ayrıca Fi Zilali'l-Kuran'da yer yer fıkıh içerikli ayetlerin tefsirinde: "Bunun tartışma yeri fıkıh kitaplarıdır" diyerek fıkıh kitaplarına olan itimadını belirtmektedir. Bid'atçı Değil Bid'at Düşmanıydı Bid'atçı olduğu iftirasına gelince: Bu konuda da, Müslüman Kardeşler'in şu prensibini hatırlatmakla yetiniyoruz: "İslam dininde aslı olmayan ve insanların heveslerine uyarak hoş gördükleri her bid'at sapıklıktır. İster dinde olmayan bir şeyi ona ilave etmek, isterse onda olan bir şeyi terk etmek şeklinde meydana gelsin, bunlarla savaşmak ve en münasip vasıtalarla ortadan kaldırmak gerekir. Fakat bid'atı ortadan kaldırayım derken daha kötüsüne yol açmamak gerekir." (10) Üstad Seyyid Kutub kendisi de çalışmalarında bid'atlara karşı açıkça tavır koymuş ve Müslümanlar arasında yaygınlık kazanan bid'atların temizlenmesi için yoğun çaba sarf etmiştir. Fakat kendileri boğazlarına kadar bid'atların ve hurafelerin içine batmış olanlar kendi yaptıklarını doğru sandıklarından başkalarının Kur'an ve sünnetin aydınlığında ortaya koydukları gerçekleri bid'at sanmaktadırlar.
O, Tefsirini İlmin Aydınlığında Yazmıştır Bazıları Seyyid Kutub'un tefsirini ilmi dayanaklara göre değil tamamen fikir yürütmek suretiyle yazdığını ileri sürüyorlar. Oysa Fi Zilal'i okuyanlar onda geçmişte yazılmış tefsirlerin hemen hemen tamamının incelenip birtakım özetlemeler yapıldığını ve günümüz insanının bilmesi gereken neticeler çıkarıldığını, bir ayetin tefsiriyle ilgili herhangi bir açıklama reddedilirken ilmi delillerinin de sıralandığını göreceklerdir. Seyyid Kutub'un tefsir yapacak kadar şeriat ilimlerini bilmediği iddiası da doğru değildir. Çünkü o medrese geleneğine sahip bir aileden geliyordu ve yedi yaşından itibaren şeriat ilimlerini öğrenmeye başlamıştı. On yaşına geldiğinde hafız olmuştu. Hayatının sonraki döneminde de şeriat ilimleriyle irtibatı kesilmemiş bu ilimleri tetkik etmeye şehit edildiği tarihe kadar devam etmiştir. O hem şer'i ilimleri, hem de Batı'nın felsefe ve anlayışını bildiğinden tefsirinde günümüz insanını etkileyebilecek önemli tespitler yapmayı başarabilmiştir. Çünkü bilindiği üzere günümüz insanı sadece İslami kaynaklarca değil Batı kaynakları tarafından da beslenmektedir. Dolayısıyla bir insana hitap ederken onun etkilendiği kaynakları bilmenin ve zihnindeki soruları ona göre cevaplandırmanın büyük yararları olmaktadır. Hz. Osman ve.Muaviye Hakkında Yazdıkları Seyyid Kutub'un "İslam'da Sosyal Adalet" adlı eserinde Hz. Osman ve Muaviye hakkındaki bazı sözlerine de burada bir açıklık getirmek istiyoruz: Seyyid Kutub bu eserini 1946'da yazmaya başlayıp 1948 de bitirmiştir. Eseri çok rağbet görmüş zamanla, İngilizce, Fransızca, Almanca, Türkçe ve Farsça'ya tercüme edilmiştir. Bu eserin ilk baskılarında Muaviye ve onunla birlikte bulunan sahabe-i kiram ile Hz. Osman'ı tenkit eden sözler sarf edilmiştir. Bu sözlerinden dolayı Allame Mahmud Şakir ve diğer bazı ilim adamları tarafından tenkit edilmiştir. Kutub, sağlığında bu konudaki yanlışlarını bizzat kendisi düzeltmiş ve adı geçen kitabın altıncı baskısında tenkit konusu sözleri tamamen çıkarmıştır. Kitabın son şekli 1964'te basılmıştır. (11) Kitabın Türkçe tercümelerinde ilk baskılar esas alındığından hala bazı tercümelerde bu sözlere rastlamak mümkündür. Ancak hakikat yukarıda belirtildiği gibidir. Daha önce belirtildiği gibi merhum şehide yapılan haksızlık ve iftiraların tümünü burada cevaplama imkanımız yok. Ancak en fazla dikkat çeken iftiraların bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Fi Zilal'la ilgili iddialara Muhammed Kutub tarafından, Seyyid Kutub'un İslam Düşüncesi ve Esasları adlı kitabına yazdığı mukaddimede cevap verilmiştir. (Bu kitap Resul Tosun tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.) Biz Seyyid Kutub'un tamamen hatasız olduğunu iddia etmiyoruz. Ancak kendisinden istifade edilmesi gereken değerli bir ilim ve fikir adamı olduğuna, çağdaş İslami harekete hem düşüncesiyle hem de yaşantısıyla büyük bir katkıda bulunduğuna inanıyoruz. O, Müslüman davetçilerin önündeki karanlıkları aydınlatan bir kandildir.. Seyyid Kutub, Müslüman Kardeşler'den Ayrılmamıştır Seyyid Kutub'la ilgili önemli bir yanlış iddia da onun şehadetinden önce Müslüman Kardeşler cemaatiyle irtibatının kesildiği veya bu cemaatin onun yolunu terk ettiği, cemaatin içinde ona karşı anlayışların geliştiği iddiasıdır. Onun şehadetinden önce bu cemaati terk ettiğine dair hiçbir delil yoktur. Varlığı bilinen bir şeyin yok olduğunu ispat etmek için yok olduğunun delillere dayandırılması gerekir. Kaldı ki onun kardeşleri ve kendisini yakından tanıyanlar böyle bir şeyin olmadığını ifade etmişlerdir. Cemaat içinde de Seyyid Kutub geçmişte olduğu gibi sevilmekte, kitapları tavsiye edilmekte, tefsiri eğitim programlarında okutulmakta ve davasına her zaman olduğu gibi sahip çıkılmaktadır. Ben Müslüman Kardeşler cemaatinin ileri gelenlerinden ve taban kesiminden yüzlerce insanla görüştüm. Birçoklarına Seyyid Kutub'la ilgili iddiaları özellikle sordum. Seyyid Kutub'u reddeden, onu karşısına alan bir tek kişiye rastlamadım. Seyyid Kutub'un kız kardeşi Hamide Kutub'un bildirdiğine göre, Üstad şehadetinden kısa bir süre önce ona şöyle demiştir: "Şayet Hasan Hudeybi'yi (İhvan'ın o zamanki genel mürşidi) görürsen benden ona selam söyle ve kendisine, onun zarar görmemesi için insanın tahammül edebileceği bütün zorluklara tahammül ettiğimi söyle." (12) Ayrıca yine hapishanede kendisine idam kararı haberi ulaşınca şöyle demişti: "Allah'a hamd olsun on beş yıldır şehadete ulaşmak için çalışıyorum. (O zaman İhvan'a katılmasının on beşinci yılıydı.) " (13) Yani o Müslüman Kardeşler cemaatinin saflarında verdiği mücadelenin tümünü bir bütün olarak değerlendirmiş ve bu dönemi şehadete ulaşmak için çalıştığı dönem olarak nitelemiştir. Cemaatten ayrıldığını ima edecek bir söz dahi sarf etmemiştir. Bütün bunlar da gösteriyor ki o, şehadetine kadar Müslüman Kardeşler içinde faaliyet göstermiştir. Bu yöndeki iddiaların kaynağı Müslüman Kardeşler'e karşı olanların Seyyid Kutub'u onlardan görmek istememeleri dolayısıyla uydurdukları yalanlardır. Belirttiğimiz üzere Müslüman Kardeşler cemaati de, Seyyid Kutub'u sağlığında bağırlarına bastıkları gibi şehit edilmesinden sonra da onun fikirlerinin bayraktarlığını yapmış, asla onun düşüncelerinin yayılmasını önlemeyi amaçlayan bir tavır içine girmemişlerdir. Sonuç Unutmamak gerekir ki Seyyid Kutub da bir beşerdir. Biz onu Allah'ın yolunu gereği gibi tanımamızda bize delalet ettiğinden dolayı severiz. Hatasız olduğunu kimse söyleyemez. Ama insanların Allah'ın yüce kitabını doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak için büyük ve örnek çabalar ortaya koymuştur. İhlas ve samimiyetle ortaya konulan ilmi faaliyetlerde yanılma halinde bile sevap olduğunu Allah Resulü (s.a.s.) bildirmiştir. O bir meşale yakmıştır. Bize o meşaleden istifade etmek düşüyor. Asıl izlenmesi gereken yol ise Allah'ın yoludur. Seyyid Kutub'un verdiği mesaj da zaten budur. Biz onun için Allah'tan rahmet ve mağfiret dilerken, Yüce Allah'ın ona lütfettiği şehadet mertebesini bize de lütfetmesini temenni ediyoruz Dipnotlar: 1) Dr. Muhammed Seyyid el-Vekil, Kubre'l-Harekati'l-İslamiyye, sh. 198, "Mezabihu'l-İhvan" (İhvan Mezbahaları) adlı eserden naklen. 2) A. e., "Hakaik ani'l-Hükmi ve'l-Muhakemat" adlı eserden naklen. 3) A. e., sh. 199, aynı eserden naklen 4) Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler, İstanbul 1992. 2.Baskı Pınar yayınları, Türkçesi: Abdi Keskinsoy, sh. 15 - 16 5) A.e. sh. 18 6) Muhammed Ali b. Emrullah el-Hadimi, İslam Ahlakı, İstanbul 1996, 27. baskı, Hakikat Ltd. Şti. yayınları, sh. 152 7) Aynı kitap, sh. 116 8) Aynı kitap, sh.466; Ayrıca: Meşhur "Tam İlmihal (Saadeti Ebediye)" 65. baskı, sh. 1170 9) Hasan el-Benna, Davanın Esasları, sh. 144; 11. Risale. Ayrıca bkz. Said Havva, Eğitim Risalesi, Petek yayınları, 1990, Tercüme: Abdulilah Yıkılmaz. sh. 102 - 103 10) Said Havva, a.e. sh. 148 ve 102 - 103 11) Salah Abdulfettah Halidi, Seyyid Kutub mine'l-Milad ile'l-İstişhad - Doğumundan Şehadetine Seyyid Kutub, sh. 540 12) Salah Abdulfettah Halidi, a. e., sh.474 13) A.e. sh. 473