Mü’minlerin Annesi, Vefa ve Sadâkatin Timsali Hz. Hatice
Onların kalplerinden yağmur duaları dokundu günahın toprağına ve onların gözlerinden Peygamber’in sözleri okundu. Merhamet mevsimini taşıyan kervanlarla Peygamberden bir iz gibi düştüler Asr- ı Saadet yollarına ve işte onların ilklerinden Hz. HATİCE…
Allah Rasulü (s.a.v.)’ne ilk kez eş ve yoldaş olan, Rasulullah ile on beş yıl nübüvvetten önce, on yıl da nübüvvetten sonra olmak üzere yirmi beş yıl aynı haneyi paylaşan ve Peygamber’in arkasında, yüce dergâhın önünde el bağlayarak ilk namaz kılan kişi ve en önemlisi hanımlar âleminin sultanı olarak bilinen ve bir Müslüman hanımın nasıl olması gerektiğini hayatı ile bizlere gösteren öncü hanım... Cahiliyyenin “Tahiresi”, İslam’ın ise “Kübrası” olarak tanınan o şerefli ve iffetli insan, iman halkasının ilki olmakla örnek oldu hayatlarımıza. Şüphesiz birçok vasfı örnektir, ancak şu dört vasfı var ki; yâd ettiğimizde Hatice validemizi, en çok onlar gelir hatırımıza. Şahsiyeti; edep, sadâkat, fedakârlık ve vefa üzerinde yükselmiştir. Bunun için Hz. Hatice’nin hayatından alacağımız çok önemli hisseler var. Onun hayatından, bugünlere taşıyarak dirileceğimiz çok iksirler var. Bir mü’mine hanım olarak her açıdan örneğimiz olan Hatice validemizin işte örnek hayatı…
556 yılında Mekke’de doğan Hz. Hatice, Huveylid ve Fatma binti Zaide’nin kızıdır.1 Anne ve baba tarafından Peygamberimiz’in akrabası olan Hz. Hatice, yedi aylık olarak doğmuş ve kendisine bu ismi babası vermiştir.2 Çünkü Hatice ismi Arap lügatinde erken doğan kız çocuğu demektir. Babasını Ficar Savaşı’ndan sonra kaybeden Hz. Hatice, Peygamberimiz gibi yetim kalmıştır. Üstün iffetinden dolayı Müslüman olmadan evvel “Tahire” lakabıyla anılmış, ”Kübra” sıfatı ise; Rasulullah’ın en büyük hanımı olması hasebiyle sonraki dönemlerde kullanılmıştır. Güvendiği kimselerle ortaklaşa ticaret yaparak hayatını sürdüren Hz. Hatice, çevresinde üstün ahlâk sahibi ve güvenilir bir genç olarak tanınan Hz. Peygamberle bir ortaklık antlaşması yapmış, kölesi Meysere’yi hizmetine vererek Şam’a gitmesini istemişti. Dönüşte kölesi Meysere’den Rasulullah’ın emin vasfı, üstün ahlâk ve davranışları hakkında bilgi aldıkça, Peygamberimiz’e hayranlığı artmış ve neticede o mübarek insanın, Muhammed-ül Emin’in sadık eşi olmak istemiştir.3 Peygamberimizle evlenen Hatice validemiz evliliği boyunca ona en büyük destekçi olmuş ve nübüvvetin başlamasıyla da ilk iman eden olmuştur. Peygamberimiz’in, Hira’da başına gelenin ne olduğunu anlayamadığı ve hüzne kapıldığı anda: “Yemin ederim ki Allah seni hiçbir zaman utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun. İşini görmekten aciz kimselerin elinden tutar, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin” diyerek ona olan itimadını teyit etmiştir.
Rasûlullah’ın ilk eşi ve İslam’ın ilk inananı olan Hz. Hatice, müşriklerin zulüm ve zorbalıkları karşısında, Hz. Peygamber’i hiç yalnız bırakmadı. Sıkıntılara onunla birlikte göğüs gererek, onunla birlikte sevinmiş, hüznüne ortak olmuş ve asla başına gelenlerden ötürü ‘eyvah’ dememiştir. Ve bu haliyle tüm müslümanlara, Rasûlullah’a ve onun davasına bağlılığın nasıl olması gerektiğini göstermiştir.
Hz. Hatice (r.anha), Allah (c.c)’ın selamına ve Rasulullah (s.a.v.)’ın övgüsüne nâil olacak derecede faziletli ve şerefli bir hanımdı. İmanda, sabırda, iffette, güzel ahlâkta, kısacası her yönü ile örnek olan bir anneydi. Rasûlullah (s.a.v.): “Hıristiyan kadınlarının en hayırlısı İmran’ın kızı Meryem, Müslüman kadınlarının en hayırlısı ise; Hüveylid’in kızı Hatice’dir” buyurmuştur. Bu konudaki diğer bir hadiste ise Efendimiz (s.a.v) şöyle demektedir: “Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır: İmran’ın kızı Meryem, Firavun’un karısı Asiye, Hüveylid’in kızı Hatice ve Muhammed (s.a.v.)’in kızı Fâtıma.”4
Mekkeli müşriklerin Müslümanlara boykot uygulayıp kuşatma altına aldıkları sırada da Hz. Peygamber ile üç yıl Ebu Talip mahallesinde muhasaraya göğüs germiş ve tüm servetini Peygamberinin davasına fedakârca adamıştır. Hz. Hatice, boykot süresince her türlü acıyı tattıysa da, ölüm döşeğindeyken söylediği şu sözleri çektiği çilenin kendi katında hiçbir ehemmiyetinin olmadığını anlatmaya yetecek niteliktedir: “Ey Rabbim! Kureyşli hiçbir kadın benim tattığım nimetleri tatmadı. Belki şu dünyada hiçbir kadın benim elde ettiğim şerefe ermedi, dünyada Hz. Peygamber’in zevcesi olmak şeref olarak yetip arttığı gibi ahirette ilk mü’min kadın olarak diriltilmem ve mü’minlerin annesi olmam en büyük nimettir benim için…”
Sadâkat ve fedakârlığın âbidesi olan o mübarek insan, boykottan 6 ay sonra, Ebu Talib’in vefatının üçüncü günü bi’setin 10.yılında, Ramazan’ın onunda 65 yaşında iken vefat eder. Ve Nebi’nin ocağına bir matem çöker. Zeynep ağlar, Ümmü Gülsüm ağlar, Fatıma ağlar ve Peygamber’in kalbine hüzün dolar… “Hüzün yılım” der sâdık eşi ve amcası Ebu Talib’i kaybettiği seneye.
Gelen rivayetlerle öğreniyoruz ki; Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Hatice’yi ömrü boyunca hiç unutmadı ve ona olan sadakati sebebiyle ehline dahi hürmette kusur etmedi. Mü’minlerin annesi Hz. Aişe validemiz anlatmaktadır: “Hatice’nin kız kardeşi Hâle, Medine’ye geldi. Rasûl-i Ekrem, evinin önünde Hâle’nin, merhum hanımının sesine benzeyen sesini işitince heyecanla; ”Bu Hâle! Hâle’nin sesini duydum ve sanki Hatice’nin sesini duydum” buyurdu. Buna karşılık Hz. Aişe kendini tutamayarak: “Allah sana ondan daha hayırlısını vermişken neden hâlâ onu anıyorsun?” deyince, Rasulullah: “Vallahi, Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi…” diyerek karşılık verdi.
Allah’ın selamına mazhar olan Hz. Hatice, fakir bir hayatı zengin hayata tercih ederek şerefli bir hayatı hedef gösterdi bize. Kelime-i Tevhid’i hayatının tam ortasına koyup tüm küfür sistemlerine “Lâ” diyerek, Rabbanî silsilenin ilk iman edeni olmuştur. Peygamber ile birlikte Kâbe’ye ilk kez o yürümüş, onun mesajını kadınlara ve karşılaştıklarına ilk kez o anlatmış, Nebi’nin dualarına ilk kez ellerini o kaldırmış, Mekke’nin en zengin kadınıyken, bütün varlığını İslam davasına harcayarak, Rasulullah ile birlikte karnına taşları ilk kez o bağlamıştır.
Allah’ın selamı, rahmet ve bereketi o yüce şahsiyetin üzerine olsun. Rabbimiz bize onun gibi iffet ve hayâyı kuşanmayı, itaat ve fedakârlık ile yükselmeyi ve İslam davası uğrunda malı ve ömrü fedâ edebilmeyi nasip etsin.
“Selam olsun sana, Ey Mü’minlerin anası. Selam olsun sana, Ey Rasullerin Efendisinin zevcesi. Selam olsun sana, Ey dünya kadınlarının efendisi olan Fâtımatu-z Zehrâ’nın anası. Selam olsun sana, Ey ilk iman eden kadın. Selam olsun sana, Ey malını, servetini Seyyid-ül Enbiyâ’nın yardımında sarfeden, ona elinden gelen hiçbir yardımı esirgemeyen ve düşmanlar karşısında onu müdâfaa eden. Ey Cebrâil’in kendisine selam verdiği ve yüce Allah’tan kendisine selam getirdiği kimse. Ne mutlu sana Allah’ın verdiği fazl-u ihsandan dolayı. Allah’ın selamı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun.”5
1) İbn İshak, es-Sîre, Nesr. Muhammed Hamidullah
2) M. Asim Köksal, İslâm Tarihi, Mekke Devri
3) İbn İshak, a.g.e.
4) İbn İshak, a.g.e.
5) Ziyaretnâme Tercümesi
Gülhan Kaynarpınar (Bu yazı Furkan Nesli Dergisinde Yayınlanmıştır)