Kur'ân'ın Kelâmullah Olduğunun Delilleri - 2
İnsana kılavuz olsun diye gönderdiği kitabını mucizevî olarak gönderen böylece kitabının Kelâmullah olduğunu anlamamızı sağlayan Allah (c.c.)’a hamd, bu hidayet kaynağını bize ulaştırmak için her şeyi göze alıp gece gündüz çalışan Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize salât-u selam, O’nun kurduğu medeniyeti bugün kurmaya çalışan tüm kardeşlerime selam olsun.
Kur’ân’ın Kelâmullah olduğuna dair delillere devam ediyorum.
Kur’ân’ın gelecekle ilgili verdiği haberler de onun mûcizelerinden ve Kelâmullah olduğunun delillerindendir. Çünkü ğaybı Allah (c.c.)’tan başkasının bilmesi mümkün değildir. Ğayble ilgili konuşan ne kadar yalancı var ise zaman onları rezil etmiştir. Kur’ân’ın ğayble ilgili verdiği haberlerden bir tanesinin bile gerçek dışı olduğu ortaya çıksaydı ‘bu Allah kelâmı olamaz’ denilebilir ve imanlar sarsılırdı. Ama ne haber verdiyse gerçekleşti ve imanlar kuvvetlendi.
Ve’d Duha Sûresinde: “Gelecek günler senin için daha iyi olacaktır. Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın”1 buyruldu. Bu müjde Mekke’de Hz. Peygamber’in tebliğe yeni başladığı, Müslümanların sayısının parmakla gösterilecek kadar az olduğu, O’nun ve Müslümanların zulüm altında inledikleri çok zor bir dönemde nâzil olmuştur. O zaman gelecek günlerin iyi olacağına dair en küçük bir alâmet bile yoktu. Bu haberi veren Allah (c.c.) olmasaydı inanmak mümkün değildi. Verilen ğaybî haber gerçekleşmedi mi? Sonraki günlerde İslam sürekli kuvvetlenip daha sonra da fetihler gerçekleştirmedi mi? Ömrünün son üç-dört yılında, üç-dört Türkiye büyüklüğündeki Arabistan Yarımadası fethedilmedi mi? Topraklarını, Kuzey’de Bizans İmparatorluğu’nun Suriye sınırlarına ve Güney’de İran İmparatorluğu’nun Irak sınırlarına kadar genişletmedi mi? Doğu’da Basra Körfezi’ne, Batı’da Kızıl Deniz’e kadar olan topraklar İslam İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmedi mi? Hicaz ve Arabistan’da Kelime-i Şehadetten başka bir şey duyulmaz olmadı mı? Bu yükselişi ne müşrikler ne de ehli kitap durdurabildi. Efendimiz (s.a.v.)’den sonra da fetihler devam etmedi mi? Yine, Efendimiz (s.a.v.)’den sonra O’nun inkılâpçı hareketi Asya, Afrika ve Avrupa’nın büyük bir bölümüne hâkim olup Dünya’nın her köşesine yayılmadı mı? Onun için Allah Rasûlü (s.a.v.),Taberâni ve Beyhâki’de gelen bir rivayette: “Benden sonra ümmetime fetholunacak şeyler bana arzolundu da beni mesrur etti, akabinde de ‘Gelecek günler senin için daha iyi olacaktır’ ayeti indi” buyurur. Bundan sonraki ayette ise: “Muhakkak Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın” buyurdu. Yani bütün dileklerin gerçekleşecek ve râzı olacağın kadar başarılar ve zaferlere ereceksin. Gerçekleşmedi mi?
İnşirah Sûresinde de: “ Ve senin şanını da yükselttik”2 buyruldu. Bu sûre de henüz sadece bir kaç kişinin iman etmiş olduğu, Müslümanların neredeyse hiçbir güçlerinin olmadığı İslam’ın ilk zamanlarında nâzil olmuştu. Mekkeli kâfirler özellikle Hacc mevsiminde Mekke’ye gelen kimseleri Efendimiz(s.a.v.)’den uzak tutmak için O’nun tehlikeli bir sihirbaz olduğunu, kavmi arasında fitne çıkardığını söyleyerek adını kötüye çıkarıyorlardı. Onların maksatlarının aksine Allah (c.c): “Şanını yükselttik” buyurmuştu. Çünkü ceza amelin cinsindendir. Onlar Efendimiz’in adına leke sürmek istemiş, Allah ise adını yükseltmiştir. Âyet geçmiş zaman ifadesiyle geldiği halde geleceği kastediyordu. Kesinlik ifade etmek için geçmiş zaman kullanılmıştı. Yani ‘karar verilmiş, iş bitmiş, merak etme kesinlikle böyle olacak’ denmek isteniyordu. Verilen müjde gerçekleşmedi mi? Bugün dünyanın her tarafında günde beş vakit ezanda O’nun mübarek ismi anılıp namazda, Cuma hutbelerinde O’na dua edilmiyor mu? O’na salât-u selam getirilmiyor mu?
Yine Kevser Sûresinde: “Muhakkak ki Biz sana Kevser’i verdik.”3 buyurdu. Sûre, Peygamberimiz’in büyük oğlu Kâsım’ın ölmesinden sonra küçük oğlu Abdullah’ın da ölümüyle birlikte müşriklerin sevinmesi ve ‘Muhammed ebter oldu, oğulları öldü, O’ndan sonra davasını sürdürecek kimse kalmadı’ dediklerinde nâzil olmuştu. İbni İshak’ın naklettiğine göre Mekkeli kabile reisi Âs b. Vâil-i Sehmî, Allah Rasûlü (s.a.v.)hakkında: “Boş verin bu adamı, o kökü olmayan bir adamdır, erkek evlâdı yoktur. Ölürse adını anacak kimse bile kalmaz” demişti. Ukbe b. Ebi Muayt da benzeri sözler söylerdi. Efendimiz’in amcası Ebu Leheb, Efendimiz ikinci oğlu Abdullah’ı da kaybedince koşarak müşriklere gitti ve onlara şu müjdeyi verdi: “Bu gece Muhammed evlatsız kaldı ve kökü kazıldı.” İşte bu şartlarda Kevser Sûresi nâzil oldu. O’na taziyede bulunacak, teselli edecek kimse yok iken Allah (c.c.) O’na bu sûre ile teselli verdi. Ve O’na Kevserin verildiğini ifade buyurdu. Kevser, sadece Cennet’teki bir havuzun ya da nehrin adı değil aynı zamanda; 1-Peygamberlik şerefi 2-Büyük bir ümmet 3-Ümmetin içinden Peygamber vârisi olacak âlimler 4-Ve evladının çok olacağı manalarına gelmektedir. Yani Kevser, O’na çok ve çeşitli hayırların verileceği manasındadır. Sûrede, aynı zamanda düşmanlarının da ebter olacağı yani soylarının kesileceği haber verilmişti. Birkaç sene sonra böyle konuşan kâfirlerin birçoğu Bedir’de öldürülmüş ve Bedir’den altı-yedi sene sonra da Mekke fethedilmişti. Bütün Arabistan Yarımadası Rasûlullah (s.a.v.)’ın ayağının altında idi. Herkes gelip Rasûlullah (s.a.v.)’a bey’at ediyordu ve düşmanları yapayalnız kalmıştı. Adları-sanları dünyadan silindi. Evlatları dünyada kaldıysa da kimse onların çocukları olduğunu bilmedi. Ama milyarlarca Müslüman, Peygamberimiz’in ailesinden olmayanlar bile O’na ümmet olmakla şeref duyarlar. Bugün yeryüzünde yüz binlerce ‘seyyid’ vardır ama Ebu Cehilî veya Ebu Lehebî yoktur. Hem O’na Kevser’in verileceğinin hem de düşmanlarının soyunun kesileceğinin bildirilmesi ve bunun gerçekleşmesi Kur’ân’ın Kelâmullah olduğunu ispat etmeye yeterli değil midir?
Tebbet (Leheb) Sûresinde: “Ebu Leheb’in elleri kurudu (kırıldı) kendi de helâk oldu.”4 buyruldu. Bu âyet hem bir beddua hem de gelecekten haber vermekte idi. Geçmiş zaman ifadesi ile gelmiş olması, işin kesin olacağını ifade etmek içindi. Âyette ellerin kuruması veya kırılması mecâzen kullanılmış ve bununla Ebu Leheb’in mağlup bir şekilde ve kötü bir ölümle öleceği kastedilmiştir. Bu sûrenin inişinden yedi-sekiz sene sonra Bedir Savaşı gerçekleşti ve bu savaşta Ebu Cehil gibi Mekke’nin önde gelenlerinden ve Ebu Leheb’in İslam’a düşmanlıkta ileri giden arkadaşlarından birçoğu öldü. Bu büyük hezimetin haberi Mekke’ye ulaşınca Ebu Leheb öyle bir kriz geçirdi ki ancak yedi gün yaşayabildi. Ölümü çok korkunç olmuş, öldürücü sivilce (püstül) hastalığına yakalanmıştı. Ailesi kendisini terk etti. O hastalığın kendilerine geçmesinden korkuyorlardı. Öldükten sonra üç gün kimse cesedine yaklaşamadı. Nihayet ceset bozuldu ve kokusu her tarafa yayıldı. Herkes Ebu Leheb’in oğullarıyla alay edince bir-kaç zenci kiralayıp cesedi kaldırdılar. Zenciler bir çukur kazıp değneklerle cesedi çukura attılar ve üzerini kapattılar. Kur’ân’ın verdiği ğaybî haber açıkça gerçekleşmiş oldu. Kur’ân böyle haber verdikten sonra iman etmiş olsa ya da iğrenç bir şekilde ölmemiş olsaydı, Kur’ân’ın Kelâmullah olduğundan bazıları şüphe edebilirdi. Ama ne Kur’ân’ın bir kimse hakkında buna benzer bir ifade kullandığı halde o kimsenin sonradan iman ettiği, ne de sonradan iman edecek olan kimseler hakkında Kur’ân’ın böyle bir ifade kullandığı görülmemiştir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim herkesin sonunu bilen, ğaybı bilen Allah (c.c)’tandır.
İsra Sûresinde: “Ve bu adamlar ayağını topraktan kaydırmaya kararlıdırlar. Seni buradan gitmeye zorlamaktadırlar. Fakat bunlar böyle yaparlarsa senden sonra kendileri de burada fazla kalamazlar.”5 Bu âyet nâzil olduğunda Mekkelilerin bu duruma düşeceği kimsenin aklına gelmezdi. Âyet, Peygamber Mekke’den ayrıldıktan sonra müşriklerin de orada kalamayacaklarını ifade ederek onları tehdit ettiği gibi, Müslümanlara da müjdeli bir haber vermekteydi. Ve yaklaşık bir-bir buçuk sene sonra Peygamberimiz hicret etmek zorunda kaldı. Ve Allah Rasûlü hicretten yedi-sekiz sene sonra dönüp Mekke’yi fethetti. Ve daha sonra müşrikler sadece Mekke’den değil, tüm Arabistan Yarımadası’ndan temizlendiler. Kur’ân’ın verdiği bu ğaybî haber gerçekleşmedi mi?
Kamer Sûresinde Rabbimiz: “Yakında o cemiyet (Kureyşliler) bozulacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar”6 buyurdu. Bu âyet hicretten beş yıl önce nâzil olduğunda Müslümanlar çok zor durumda idiler ve bir kısmı Habeşistan’a hicret etmeye mecbur olmuştu. Geride kalanlar da Kureyşlilerin baskısı ve boykotu altında idiler. Kureyşli müşrikler yaklaşık yedi yıl sonra Bedir Savaşı’nda arkalarını dönüp kaçmak zorunda kaldılar. Ve Peygamberimiz o anda bu âyeti okuyordu. Kur’ân’ın ğaybden verdiği mucizevî haber gerçekleşmişti.
Konuya devam etmek dileğiyle…
1- Duha, 5
2- İnşirah, 4
3- Kevser, 1
4- Tebbet, 1
5- İsra, 72
6- Kamer, 45
Alparslan Kuytul Hocaefendi