İslam’ın Dayanışma Anlayışı – 2
Bu yazı Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Adana 2013 ‘İslam’ın Dayanışma Anlayışı’ adlı konferansından özetlenerek hazırlanmıştır.
Manevî Dayanışma
Dayanışma dendiği zaman aklımıza sadece maddî dayanışma gelmemelidir. İslam’da manevî dayanışma, maddî dayanışmadan daha önce gelir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına maddî-manevî her iki alanda da yardımlaşmayı öğretiyordu. Zaten manevî dayanışmanın olmadığı toplumlarda maddî dayanışma da gerçekleşemez.
Muhacirler Medine’ye gittikleri zaman Ensar, Muhacirleri bağrına basıyordu. Dünya tarihinde bunun benzeri bir olay yoktur ve İslam Medeniyeti’nin başardığı Ensar-Muhacir kardeşliğini hiç bir medeniyet başaramamıştır. Sahabe bu dayanışma sayesinde davada sağlam kalabilmeyi de başardı. Çünkü dik durmak, geri adım atmamak, taviz vermemek dayanışma ile kolaylaşır.
İnsan bu dünyaya yükselmek için gelmiştir. Mânen mertebeler kat etmek zorundayız. Biz yükselmek isterken nefis, şeytan ve insanların buna engel olmamasını sağlamak, nefsi terbiye ile mümkündür. Sosyal dayanışma da yine nefsi terbiye ile mümkündür. İslam’ın hedefi insanı her alanda yüceltmektir. İslam’a göre maddî manevî yükselmenin yolu dayanışma ve kardeşliktir.
Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bütün hayırlı işlerde birbirleriyle dayanışma halinde olan bir nesil meydana getirdi. O’nun sahabesinde tarihe geçecek değerde maddî ve manevî dayanışma örnekleri görürüz.
İslam’daki Birçok Emir Dayanışmanın Sağlanabilmesi İçindir
Allah Azze ve Celle insanlar arasındaki dayanışmayı Tevhid inancı ile sağlar. Tevhid; bize bütün kâinatın âlemlerin Rabbine ait olduğunu ve malın, mülkün O’ndan başka sahibinin olmadığını öğretir. “Madem ki her şey O’na aittir, o halde O’nun sana bahşettiği nimetlerde ve mallarda, yine O’nun emrettiği şekilde tasarrufta bulunacaksın” der. Ayrıca inancın bir olması dayanışmanın ilk şartıdır. İnanç, hedef ve hatta arzular aynı olmadan dayanışma mümkün değildir.
Sahabe neslinde meydana gelen dayanışma ortamında İslam’ın emirlerinin rolü büyüktür. Çünkü İslam’daki birçok emir, dayanışmanın sağlanmasına yardımcı olur. Bir toplumda İslam’ın emirleri uygulandığında o toplumda dayanışma ortamı oluşacaktır.
Allah Azze ve Celle ibadetlerle bize dayanışmayı öğretir. Namazda mü’minler saf saf olur, zengin ile fakir, âmir ile memur bir araya gelir. Oruç insana fakirin halini anlayıp, ona yardımcı olmayı hatırlatır. Hac gibi ibadetler de yine dayanışmayı öğretir.
Zekât, İslam’daki dayanışmanın en önemli misallerindendir. Zengin fakire zekât verdiği müddetçe onun ihtiyaçlarına destek olacaktır. Ayrıca kendi kazandığı parayı fakire veren zengin, artık o fakirin hakkını da yemeyecektir. Bu şekilde zekât insana sadece yardım ruhu değil, aynı zamanda kimsenin hakkını yememe anlayışı da kazandırır. Çünkü bir kimsenin, kendisini zorlayan bir güç olmadan kendi isteğiyle cebindeki parayı vermesi, ona hak-hukuk konusunda hassasiyet kazandıracaktır. Dolayısıyla böyle bir insanın artık başkalarının hakkını yemesi mümkün değildir. Rabbimiz verdiği mal ile zayıfların elinden tutmayı emretmektedir. Allah isteseydi herkesi zengin olarak da yaratabilirdi fakat yardım duygularının gelişmesini istediği için bazımızı fakir yaratmıştır.
Yalnızca zekât değil fitre de öyledir. Zekât, Allah’ın ve fakirin maldaki hakkıdır. Fitre ise insanın, sağlığının ve hayatta olmasının hakkıdır. Bu şekilde İslam, toplumdaki dayanışmayı kurabilmek için her türlü vesileyi kullanmaktadır. Orucunu bozan bir insanın, buna karşılık 60 gün oruç tutması ya da 60 fakiri doyurması şartlarının koşulması, yine yeminini bozan kimsenin 10 fakiri doyurmak zorunda olması İslam toplumunda bu ruhun gerçekleşmesi içindir. İslam’da buna benzer misaller çoktur.
Bir ülkede ne kadar çok huzurevi varsa o memleket o kadar gayr-ı medenîdir!
Bugün batıda fertler arasında dayanışma yoktur, aile mefhumu dağılmış, dostluk diye bir şey kalmamıştır. Devlet insanlarda yardımlaşma duygusunu oluşturabilmek için sosyal dayanışma kurumları meydana getirmekte, yaşlıların evlerine bakıcılar göndermekte, bazı hayırsever zengin insanlar da bu fonlara yardımda bulunmaktadırlar. Türkiye’de de buna benzer kurumlar var. Hâlbuki insanî ve sosyal ilişkiler kurmadan sadece bir kuruma yardım etmekle insan bu duyguları kazanamaz. Batının bu kurumları işe yarasaydı tek başına yaşayan ve televizyonun başında iken ölen ve tam 42 sene sonra bulunan yaşlı kadınlar olmazdı. 2011 senesinde yapılan istatistiklere göre Almanların % 20’si yalnız başına yaşamaktadır. Böyle bir toplum medenî sayılabilir mi? Anaların, babaların, yaşlı insanların sokağa atıldığı bir toplum nasıl medenî sayılabilir? Evlatlar annelerini-babalarını önce sokağa atıyorlar sonra da onlar için huzurevleri meydana getiriyorlar. Huzursuzluk evlerinin adını ‘huzurevleri’ koymuşlar. Çocukları tarafından sokağa atılan bir anne, bir babaya isterseniz her gün kebap yedirin, ipekten elbiseler giydirin, onun kaldığı odayı altınlarla, gümüşlerle doldurun yine de onlar asla huzur bulamayacaklardır.
Huzurevleri denilen huzursuzluk evleri bizim medeniyetimizin bir parçası değildir. Bir ülkede ne kadar çok huzurevi varsa o memleket o kadar gayr-ı medenîdir. (medenî değildir) Bir memlekette anne-babalar sokağa atılıyorsa o memleket uzaya da gitse gayr-ı medenîdir. “Vahye ihtiyacımız yok” diyenler insanî duygularını da kaybettiler. Madem bilim yeterli, akıl yeterli idi, neden o zaman birbirlerine merhamet etmeyenler, suç işleyenler her gün çoğalıyor? Vahye dayalı bir toplum olsaydı böyle olur muydu?
Dayanışma Ahiret Anlayışıyla Mümkündür
Bir toplumda dayanışma ortamının oluşmasının en önemli şartlarından biri de ahiret inancıdır. Buna göre sadece “ahlâklı insan olma” ya da “iyi insan olma” anlayışı dayanışmayı gerçekleştiremez. Dayanışma anlayışını ancak Allah’ın mükâfat vereceğine inanmakla gerçekleştirebilir. Bugün insanlara ahiret anlayışını unutturdular. Ahiret anlayışını unutan toplumlar elbette ki dayanışmayı da merhameti de sevgiyi de unuttular. Sevmeyenler nasıl dayanışma göstersinler? Sevgi ise iman kardeşliğiyle mümkündür. Kur’an-ı Kerim: “Mü’minler ancak kardeştirler”1 buyurarak bizi kardeş olarak ilan eder. Çünkü kardeşlik ruhu olmayanların dayanışması mümkün değildir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bir hadisinde; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz birbirinizi sevmedikçe de (kâmil) iman etmiş olmazsınız” buyurarak İslam toplumunda fertlerin birbirini sevmesinin önemini vurgulamıştır. Çünkü birbirini sevmeyenler, aralarında dayanışma gösteremeyeceklerdir. Allah Rasulü bu dayanışma ruhunu verebilmek için birbirini sevmenin gerekli olduğunu ifade eder. Ayrıca burada kastedilen az bir sevgi değil, toplumun fertleri arasında oluşması gereken kuvvetli bir bağdır. Çünkü az bir sevgiyle kuvvetli bir dayanışma mümkün olamaz.
Cemaat Olarak Dayanışma Sağlamak
İslam, cemaat dinidir ve Hz. Peygamber “Her kim cennetin ortasını istiyorsa sakın cemaatten ayrılmasın”2 buyurarak bunu emretmiştir. Çünkü cemaat dayanışmanın sembolüdür. Dayanışma sadece para yardımı yapmak veya sadece kurbanlarımızı müslüman ülkelere göndermek değildir. Müslümanların bu durumdan kurtulabilmesi, ümmet olmasıyla mümkündür. Ümmet olabilmesi için de cemaat olması lazımdır. Sadece maddî dayanışma ile İslam’ın istediği o şümullü dayanışmayı gerçekleştirmiş olmayız. Müslümanların haramlara ve bütün kötülüklere karşı manevî dayanışma içerisinde olmaları gerekir.
Kur’an-ı Kerim Maide Suresi’nde buyuruyor: “Ey mü’minler! İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.”3 Efendimiz ise; “Din kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et” buyurmuştur. Bunun üzerine Sahabe: “Ya Rasulallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim ama zalimse nasıl yardım edeyim?” diye sordu. Efendimiz de “Onu zulümden alıkoyar zulmüne engel olursun. Şüphesiz bu ona yardım etmektir” 4 şeklinde cevap verdi.
Hz. Peygamber sadece doğruları anlatmakla kalmadı, önce bir cemaat, sonra da ümmet meydana getirdi. Müslüman olmayana tebliğ yapılır, Müslüman olana ise eğitim verilmelidir. Eğitim kurumları meydana getirmeden Müslümanları eğitemez, dayanışma olmadan da eğitim kurumları meydana getiremezsiniz. Sadece tebliğ yaparak değil, cemaat halinde dayanışma gösterirsek bir yere varabiliriz. Düşmanlarımız sadece tebliğ mi yapıyor? Onlar bir araya gelmiş, ümmet olma yolunda ilerliyor ve tek vücut olmaya çalışıyorlar. İslam bunu 1400 sene evvel Müslümanlara öğretmiş ve “Ümmet Olunuz” diye emretmişti. Ümmet; “dayanışma halinde yeryüzünün imamları olan topluluk” demektir. Müslümanlar yeryüzünde adaleti tesis etmekten sorumludur. Allah’ın bize verdiği bu görevi gerçekleştirmek ancak ümmet olmakla mümkündür.
Bugün Müslümanlar kendi aralarında gereken dayanışmayı göstermiş olsalardı, zillet içerisinde olmayacaklardı. Müslümanlar bu dava uğrunda yardımlaşma ve dayanışma göstererek kendi topraklarında İslam’ı hâkim kılmadıkları müddetçe hiçbir zaman bu zilletten kurtulamazlar ve zafere ulaşamazlar.
Allah Azze ve Celle dayanışma gösterebilen kullarından olmayı nasib eylesin…
1-Hucûrat, 10
2-Tirmizi
3-Maide, 2
4-Buhari, Tirmizi