Cesaret
CESARET VE YİĞİTLİK Cesaret, din, vatan ve namus gibi kutsal değerlerimiz uğrunda kahramanlık gösterip fedakarlıkta bulunmak, yeri ve zamanı gelince bu yolda can vermektir, insan, dînini, vatanını ve namusunu korumazsa şerefli olarak yaşayamaz, insanın, bu mukaddes değerlerini korumak için fedakarlıkta bulunmaması korkaklıktır. Cesaret, güzel huylardandır. Korkaklık ise bunun tersidir. Korkak kimseler, her türlü haksızlığa boyun eğer, yiğitlik ve kahramanlık duygusu, din ve vatan, düşmanlarına karşı koymamızı sağlar.
Cesur kimsenin kahramanlığı, harp meydanında belli olur. Hakiki kahraman, sulh zamanında böbürlenmez, gösteriş yapmaz. Böyle kahramanları, düşmanları bile takdir eder. Korkak olanı, anası bile sevmez. Düşkünlere, haksızlığa uğrayanlara kendisini koruyacak kimseleri olmayanlara saldırmak, cesaret değildir. Kahramanlık olmaz. Bu korkaklığın başka bir çeşididir. Cesaret ve yiğitliğin kazanılması, doğuştan olduğu gibi, anne ve babaların, arkadaşların ve kahramanlığın anlatıldığı yazıların ve sohbetlerin yardımlarıyla da elde edilir. Bunun için atalarımız çocuklarına, korkaklarla arkadaşlık yaptırmazlardı. Sevgili Peygamberimizin, Eshâb-ı kiramın ve ecdadımızın hayatı, kahramanlık destanlarıyla doludur. İnsanların en kahramanı, Peygamberimizdi. O, daima (Allahım, korkaklıktan sana sağınırım) diye dua ederdi: Düşman ile kahramanca döğüşen müslümanlar, (Ölürsem şehid, kalırsam gazi olurum) diyordu. Bütün bu üstünlüklere kavuşmaları, İslâmiyete uygun yaşamaları sebebiyledir. Tarih gösteriyor ki, İslâmiyet, her zaman daha üstün, daha yeni ve daha fenni harp vasıtalarının ve medeni cihazların yapılmasına ve daha akıllı, daha kahraman milletlerin yetişmesine sebep olmuş; dinsizler, ilimde, fende, silahta ve kahramanlıkta daima geri kalmıştır.
Hatta, bir İslâm Ordusu, her cihetten İslâmiyete uyduğu zaman galip geldiği halde, aynı ordunun erlerinde ve idaresinde, dinden uzaklaşıldıkça, başarının azaldığı görülmüştür. İslâm devletlerinin, kurulması, yükselmesi, durması ve çökmeleri de hep, İslâmiyete bağlılıkları nisbetinde olmuştur. BAYRAGI BIRAKMAYAN KAHRAMAN Mus'ab bin Umeyr, Uhud Savaşına katılıp sancağı taşıdı, büyük gayret ve kahramanlıklar gösterdi. Bu savaşta, Sevgili Peygamberimizin yanından aynlmayarak saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu haliyle Peygamberimize benziyordu. Müşrik ordusundan İbn-i Kamî'a adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus'ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesti. O da sancağı derhal sol eline aldı. İkinci bir darbeyle sol kolu da kesilince sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı. Bu haliyle kendini Peygamber Efendimize siper yapan Mus'ab bin Umeyr'in üzerine hücum eden İbni Kamî'a, vücuduna bir mızrak sapladı ve Mus'ab bin Umeyr yere yıkılıp şehid oldu. Bundan sonra, sevgili Peygamberimiz sancağı Hazret-i Ali'ye verdi. Mus'ab bin Umeyr, zırh giydiği zaman Peygamberimize benzediği için müşrikler onu şehid edince Peygamberimizi öldürdüklerini zannetmişlerdi. Ashâb-ı kiramdan Ubeyd bin Umeyr şöyle anlatır: Resûlullah Efendimiz Mus'ab bin Umeyr'i şehid olmuş görünce, başı ucuna dikilerek, Ahzab sûresinden: (Mü' minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allaha verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları şehid oluncaya kadar çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehid olmayı bekliyor.
Onlar, verdikleri sözü asla değiştirmediler) mealindeki âyet-i kermeyi okudu ve sonra, şehitler için; (Allahın Resulü de şahittir ki, siz kıyamet günü Allahın huzurunda şehid olarak haşrolunacaksınız) buyurdu. Daha sonra yanındakilere dönüp, (Bunları ziyaret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya yemin ederim ki, kim bunlara bu dünyada selâm verirse, kıyamette bu aziz şehitler kendilerine mukabil selâm vereceklerdir) buyurdu. Daha sonra şehitler defnedildi. Mus'ab bin Umeyr'e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Vücudu kaftanı ile ve ayak tarafı da otlarla örtülmek suretiyle defnedildi.