Alparslan Kuytul Hocaefendi’den “Türkiye’deki Yargı Zulmü” Konulu Basın Açıklaması
Yargı yoluyla yapılan zulümleri gündeme getirmek için basın açıklaması düzenleyen Furkan gönüllüleri, yaşanan hukuksuzlukları ve yargı zulmünü ortaya koydu. Etkinliğe katılan Alparslan Kuytul Hocaefendi basın bildirisinin ardından yargıda yaşanan haksızlıklarla ilgili etkili bir konuşma yaptı. Konuşmasında bizzat kendi yaşadığı hukuksuzlukların yanı sıra başkalarına da uygulanan hukuksuzlukları anlattı. İşte o konuşmanın tamamı;
"2013 yılının 17-25 Aralık operasyonundan sonra 2014’ün başından itibaren Türkiye başka bir Türkiye oldu. 17-25 Aralık operasyonları Türkiye’nin diktatörlüğe doğru evrilmesinde önemli bir rol oynadı.
O bahaneyle suçlu suçsuz birçok insana, derneklere zulümler yapılmaya başlandı. 2014 yılında bizim konferanslarımız engellenmeye başlandı ve o günden sonra 30 Ocak operasyonuna kadar hanım kardeşlerimizin programları ve gençlik programlarımız da iptal edildi. Fakat iddianamede ‘programlar tehir edildiği halde olay çıkardılar’ diyerek açıkça yalan söyler.
Bazı derin güçler büyük bir olaya ihtiyaç duydu ve o büyük olayı da 15 Temmuz ile gerçekleştirdiler. 15 Temmuz’dan sonra toplu ve büyük kıyımlara kalkıştılar. Büyük olaylar olmadan büyük kıyımlar yapılamazdı.
15 Temmuz’un siyasi ayağı kimdir? Her gün televizyonlarda 15 Temmuz’un siyasi ayağı ortaya çıkarılsın diye konuşuluyor, çıkarılsın. İhanetin arkasında kimler var? Ortaya çıksın.
15 Temmuz’un siyasi ayağının ortaya çıkması gerektiği gibi, 15 Temmuz’un derin ayağının da ortaya çıkarılmasını istiyoruz.
15 Temmuz’dan sonra büyük bir kıyım yapılmaya başlandı.
- Hiçbir terör örgütü ile alakası olmayan bizim gibi vakıflara, cemaatlere de baskı kurulmaya başlandı.
- Bütün dernekler ve bizi seven bütün arkadaşlarımızın dernekleri kapatıldı.
- Vakıflarımız kapatıldı ve susturulmaya çalışıldık.
- Susmayınca operasyon yapıldı. İki yıl kadar hapse attılar ve bu süreç hâlâ devam ediyor.
Mahkemelerimiz uzatılmak suretiyle beraat etmemiz engelleniyor. Dosya Terör dosyası ve Suç Örgütü dosyası diye ikiye ayrıldı. İkisininde içinin boş olduğu anlaşılınca ikisinden de tahliye oldum. Birileri müdahale etti ve 24 saat geçmeden tekrar tutukladılar. Çünkü “SUSMAYACAĞIM” demiştim. ‘Madem susmayacaksın o zaman seni tekrar hapishaneye koyalım’ dediler. ‘Başım, gözüm üzerine…’ dedim. SUSMAM, ÖLMEYİ GÖZE ALIRIM YİNE SUSMAM…
Olağanüstü hâl süresince; daha önceden yapılmayan nice kanunsuzluklar ve hukuksuzluklar yapıldı.
- Olağanüstü hâl ile; Savcılara, tahliyelere itiraz hakkı verildi. Halbuki daha önce hâkim sanığın lehinde hüküm verdiği zaman savcının itiraz etme hakkı yoktu. Bir mahkeme yetkililerin istemediği bir kararı verdiyse o zaman savcıya itiraz ettiriyorlar ve savcının itirazını bir üst mahkeme kabul ediyor. (Aslında üst mahkeme değil. Yan odada ki mahkemedir. 4. Oda 4. Ağır ceza, 5. Oda 5. Ağır ceza… Üst mahkeme; İstinaf Mahkemesidir. (Bölge adliye mahkemeleri (istinaf mahkemeleri), istinaf başvurusu ile önüne gelen hukuki uyuşmazlığı hem maddi vakıa hem de hukukilik açısından inceleyerek karar verir. İstinaf, hukuki uyuşmazlığın yeniden ele alınmasını sağlayan ilk derece mahkemesi ile temyiz kanun yolu arasında yeni bir kanun yoludur.)Onun da üstü Yargıtay’dır. Onun da üstü Anayasa Mahkemesidir.) Yerel mahkemeler yan yana odalardır ve birbirinin verdiği kararları iptal ediyorlar.
4. Ağır cezanın verdiği tahliye kararını, dosyayı hiç bilmeyen 5. Ağır ceza iptal ediyor. Dosya 20.000 sayfa, yarım saatte 20.000 sayfayı nasıl okuyabildin? Talimat aldığınız besbelli. 40-45 sanık, 40-45 sanığın verdiği ifadeler, binlerce sayfayı mı okudun? Mahkeme üç gün sürdü. Mahkemeyi üç ay inceleyen hâkimler tahliye ettiler. Ama 20.000 sayfayı incelemeyen, ifadeleri okumayan, üç gün boyunca verdiğimiz ifadelerin kayıtlarını dinlemeyen (çözümlenmesi en az 10 gün sürer) hâkimler tekrar tutuklama kararı verdiler. Türkiye’nin geldiği nokta.
15 Temmuz bahanesiyle Türkiye diktatörlüğe doğru götürülüyor. Benim olayım tahliyeye itiraz. Eren Erdem’in, Selçuk Kozağaçlı’nın olayı tahliyeye itiraz, Ahmet Altan’ın olayında ise, mahkeme sonuçlanmış, hüküm verilmiş, istinaf ve Yargıtay aşamasından geçilmiş hâkim tahliye ediyor yani hüküm verildikten sonraki tahliye kararına savcının itiraz edebilmesini sağladılar ve tekrar tutuklattırdılar.
- Olağanüstü hâli kaldılar ama adeta sıkı yönetim ilan ettiler. Olağanüstü hâlde geçerli olan bir takım geçici düzenlemeleri yasallaştırarak kanun haline getirdiler.
- En son Metin İğdil ile ilgili verilen karara itiraz. İstinaf mahkemesi karar verdiği halde Türkiye tarihinde ilk defa bir savcı itiraz ediyor ve bir başka yan odadaki mahkeme savcının itirazını kabul ediyor ve tekrar tutuklama kararı veriliyor. Hâkimleri rezil ediyorlar. Aylarca dosyayı inceleyen, günlerce mahkeme etmiş hâkimin ve görüşünün hiçbir önemi yok.
Sistemi kurmuşlar. Bir mahkeme onların istemedikleri bir karar verirse tekrar tutuklamanın sistemini kurmuşlar. Yani ister tutuklu (mahkemesi devam ederken) tahliye alsın, ister hüküm verilmiş isterse de beraat etmiş olsun bu üçüne de savcılara itiraz hakkı verdiler.
- Kanuna göre; bir kadın hamile ise cezaevine girmesi geciktirilir. Doğurması ve 6 ay kadar da çocuğunu emzirmesi beklenir. Ondan sonra hapse atılır. Bu kanuna rağmen hırsıza, katile ve herkese uygulanan kanun FETÖ davalarında uygulanmıyor. Bu yüzden 800 kadar çocuk hapishanelerde büyüyor.
Biz zaten bir türlü hukuk devleti olamadık. Kanun devletiydik ama kanun da kalmadı. Tamamen keyfi idareye kaldık.
Laiklik diyerek, laiklikle dini saf dışı bıraktılar. Laiklikle, Allah bize karışamaz, din devletten ayrıdır, din devlete karışmaz dediler, dinden kendilerini laiklik stratejisiyle kurtardılar. Laiklik bir ideoloji değil, idarecilerin kendilerini dinden kurtarma stratejisidir. Olağanüstü hâl ile kendilerini kanunlardan kurtardılar. Onlara yaptığınız haram diyemiyorsunuz. Biz laikiz, din devlete karışmaz diyorlar. Dini referans almadığınız gibi kendi koyduğunuz kanunları da mı referans almıyorsunuz?
Keyfi idarede bulunabilmek için; Laiklik ile dini, olağanüstü hâl ile kendi koydukları kanunları, başkanlık sistemiyle de parlamentoyu saf dışı ediyorlar.
Kanuna göre;
- Hamile kadınlar hapse atılamaz ama nasıl atıyorlar?
- Tutuklu bir kimseyi tek başına bir odaya koyarak tecrit uygulayamazlar. “Efendim seni koyduğumuz oda 3 kişilik bir oda o yüzden tecrit sayılmaz” diyorlar. Çocuk mu kandırıyorsunuz? Tek kişilik odada da tek başımla olmakla, 3 kişilik odada da tek olmak arasındaki fark nedir? Ben daha tutukluyum, mahkemeye çıkmamışım. Sen nasıl olur da beni tek başıma bir odaya koyarsın. Bu sadistlik nedir? Bu psikolojik işkence yöntemlerinden biridir.
- Gerçekte ve iddianame de böyle bir suçlama olmağı halde, silahlı suç örgütüyle ilgili maddeyi bana uygulayarak telefon etme hakkımı iptal ettiler. Çünkü cezaevinden birinin sesini yükseltmesine tahammül edemediler.
Onlar, mahkemeye çıkanların elinin ve ayağının titremesine, cezaevine girenlerin görüşlerini değiştirmesine ya da yumuşayarak, beyat ederek teslim olmalarına alışmışlar. Ben bunları yapmayınca ‘telefon hakkını iptal edelim ki kimseye mesaj vermesin ve kimseden korkmayan yeni bir nesil meydana gelmesin’ istediler.
Telefon hakkımı iptal etmeleri kanunsuzdu. Mahkemeye verdim ve kazandım. Bunu da cezaevi idaresi yapıyor gibi göstermek istediler ama cezaevinin müdürleri: “Bu kişiyle ilgili böyle bir iddia yok. Biz silahlı suç örgütüyle ilgili maddeden dolayı bu kişinin telefon hakkını iptal edemeyiz dedik ama böyle yapacaksınız diye bizi mecbur ettiler” dedi.
Tek başıma kalırken müdürle görüştüm: “Müdür Bey, hakkımda hüküm verilmedi. PKK dan ağır müebbet bile 3 kişi kalıyorlar, ben daha hakkında hüküm verilmemiş yeni tutukluyum. Ömrümde ilk defa hapse giriyorum bunu bana neden yapıyorsunuz” dedim.
Birinci ve ikinci müdür: “Bunu biz yapmıyoruz. Ankara Adalet Bakanlığından seninle ilgili özel talimat geldi” dediler.
Adamına göre kanun mu olur?
- Cezaevine ilk girerken aileme telefon edebilir miyim dediğimde Baş Memur: “ilk gelenlerin böyle bir hakkı olduğunu ve telefon edebileceğimi” söyledi. Sonra telefonu kaldırdı, indirdi ve senin için böyle bir hak yokmuş” dedi. Bu ne demek?
- Avukat görüşümü sınırladılar, mahkemeye verdik ve kazandık. Yaptıkları kendi kanunlarına göre de suçtur.
- Televizyon vermiyorlardı, mahkemeye verdik ve kazandık.
Bunlar neyi gösteriyor? Kaç defa mahkemeye verdim. Savunma istediler, savunma verdim. 3-4 defa ceza verdiler. Hepsi kanunsuzdu. Hepsini mahkemeye verdim ve kazandım. Bir tanesini dahi kaybetmedim. Mahkemeye verince kazanacağımı bildikleri halde ‘ne kadar zulmedebilirsek ne kadar psikolojik işkence yapabilirsek yapalım’ diyorlar. Kanunsuzlar.
- KHK ile derneklerimizin ve arkadaşlarımızın çeşitli şehirlerde kurduğu dernekleri kapattılar.
KHK nedir?
- Bülent Arınç: “KHK faciadır” dedi. Baskı gelince sözünü biraz değiştirdi. Neden değiştiriyorsun? KHK hakikaten de faciadır.
- Yargısız infazdır. Çalıştığınız yerde amiriniz sizin aleyhinize bir şey söylediyse sizi meslekten atıyorlar. Mahkemesiz, yargısız hakkınızı arayamıyorsunuz. 150 bin kişiye yakın böyle insan atıldı. Bunlar aç bırakıldı. Bizim derneklerimiz KHK ile kapatıldı. Bizde KHK mağdurlarıyız.
Olağanüstü hâl komisyonu dediler, olağanüstü hâl komisyonu hangi birini incelesin. Herkes başvuruyor ve ‘bana haksızlık yapıldı’ diyor. Olağanüstü hâl komisyonu bunların çok azını inceleyebildi ve bu komisyon baskı altında olduğu halde yine de bazılarının suçsuz olduğuna karar verdi. İşine geri dönebilir kararı verildiği halde 8 bin ya da 10 bin kişi de olabilir, bu insanlar yine de işine iade edilmediler. Bakın olağanüstü hâl komisyonu karar veriyor, mahkeme karar veriyor adam beraat ediyor ama buna rağmen yine işe döndürülmüyor. Hangi vicdan bunu kabul eder.
- Kanun devleti olsa böyle olur mu? Adam mahkemeden beraat etmiş mahkemeler bu kadar baskı altında olmasına rağmen adam yine de beraat etmiş daha ne istiyorsunuz? Bırakın insanlar işini gücünü yapsın. Evine ekmeğini götürsün. Bu ne vicdansızlık!
Devlette şefkat esastır. Şu anda kin, nefret ve intikam duyguları şefkatin yerini almış vaziyettedir. Devlette şefkat olur, devlette Adalet olur, devlette merhamet olur. Adaleti olmayanlardan merhamet beklemek boşunadır. Öküzden süt beklemek nasıl boşunaysa Adaletsizlerden de merhamet beklemek öyle boşunadır.
- Adalet farz, merhamet sünnettir. Farzı yapmayanlar sünneti yapar mı? Adalete bile inanmayanlar nasıl olur da merhametli olurlar. Acımıyorlar. İnsanlar aç susuz. 60-70 kadar insan intihar etti. Aç kalmış, evine ekmek götüremiyor, karısı boşanmış, akrabaları kendisine selam vermiyor, devlette iş verilmediği gibi özel sektörde de iş verilmiyor, özel sektörde çalışırsa o özel sektöre bazı siyah gözlüklü adamlar gidiyorlar ‘bu adamı çıkaracaksın çıkarmazsan senin iş yerini kapatırız’ diyorlar. Benim ağabeyimin başına geldi. Başka yere gitmeye gerek yok benim ağabeyim özel bir firmada doktor olarak çalışıyordu. Ankara’dan müdahale edildi. Cezaevine birkaç defa beni ziyarete geldiği için şöyle rapor tutmuşlar; kardeşini çok ziyarete gittiğinden dolayı…devam ediyor. Cezaevinin önünde basın açıklaması yapılıyordu. Orada yakınlarda bir yerlerde de bulunmuş, ağabeyimin bizle de alakası yok, buna rağmen işten kovdular. 61 yaşında ağabeyimi işten kovdular. Buna benzer nice arkadaşlarımız var.
- Bizim başka örgütle ne alakamız var? Bir kısım arkadaşlarımızı işten çıkardılar, bir kısmını tehdit ediyorlar, bir kısmı hakkında soruşturma açıyorlar, bir kısmı hakkında ne yapıyorlar biliyor musunuz? Bazı adamlar: “Kanunsuz, gayri resmi yollarla gidiyorlar ailesine söylüyorlar, ailesinin gözünü korkutuyorlar, senin bu oğlun bu kızın Furkan Vakfı’na gidiyor, onlarla konuşuyor işte ileride şöyle olur böyle olur. Çocuğunuza engel olun” diyorlar.
Siyah gözlüklü adamlar: “Bak böyle böyle ayağını denk al. Sen onlara gidip geliyorsun, İleride meslek sahibi olamazsın, şöyle olamazsın, böyle olamazsın” diyorlar. Şimdi bu kanun devleti midir? Bu yapılan tehdit midir? Şantaj mıdır? Eşkıyalık mıdır? Bir suçumuz varsa ispat edersin. Biz terör örgütü müyüz ki bize selam verenleri tehdit ediyorsunuz?
Sen mi karar vereceksin Ey siyah gözlüklü Adam! Siz mi karar vereceksiniz Ey Siyasîler! Siz mahkeme mi oldunuz? Siz mahkeme misiniz? Nice buna benzer olaylar duyuyorum.
- Benim özgürlüğüm ve bütün mazlumlar için atkılı yürüyüşler yaptınız. Bunlardan ötürü nice arkadaşlarımız ifade vermek için çağrıldı. İfade vermek için ya telefonla çağırırsın ya da mektupla. Lütfen söylesinler, polis neden arkadaşlarımızın evine geliyor? Konu komşuyu korkutmak için ve ailesini korkutmak için geliyor. Başka neden olabilir? Telefonla çağırabilirsin. Neden kendi memurunu yoruyorsun? Memuruna da arkadaşlarımıza da zulmediyorsun. Böylece arkadaşlarımız korksun, kendisi korkmasa ailesi korksun, konu komşusu görsün. Polis, resmi kıyafet ve resmi polis otosuyla arkadaşlarımızın evine ifadeye davet etmek için neden gelir? Neden telefon ile neden posta ile çağırmaz? Bunların hiç birisi normal şeyler değildir. İnsanları korkutuyorlar. Çünkü yaptığı şey kanunsuzdur. Belki korkutarak insanlar yavaş yavaş uzaklaşır. Bu yöntemi izliyorlar.
- Birçok belediyeye Kayyum atadılar. Kanunda; ‘eğer bir belediye başkanının terör ile bağlantısı varsa mahkemeler karar verir. Mahkeme kararı ile görevden alınabilir. Mahkeme kararı yok, İçişleri bakanı bir durum gördü ve acil görevden alınıyor.’ Daha evvel İçişleri Bakanının böyle bir hakkı yoktu. Mahkemeyle olurdu. İçişleri Bakanına yetki verdiler. Bütün yetkiler 3-5 adamın elinde toplandı. Görevden aldın. Kanuna göre; belediye meclisinde o partiden birisi onun yerine belediye olarak atanır. Ama öyle yapılmadı. Kaymakamlar, valiler kayyum olarak atandı. Kaymakamın zaten işi gücü var. Belediyecilikle bir alakası yok. Belediye meclisinde o partiden birisi belediye başkanı seçilebilir ama ‘hayır, biz atayacağız’ diyorlar. Demokrasi demiyor muydunuz? Bunun neresi demokrasi? Bu şekilde kayyum atanması da başka bir kanunsuzluktur.
- Bu nasıl devlet? Beraat eden insanlara görevine iade hakkı verilmiyor, beraat ettiği halde yine işsiz güçsüz gezmeye devam ediyor. Ne diyorsun? Bu adam taş mı yiyecek! Devlet dairesinde iş vermiyorsun. Özel sektörde iş bulsa özel sektörü tehdit ediyorsun. Yurt dışına gidecek ona da müsaade etmiyorsun. Ne yapıyorsun?
- Bazı bankalar KHK’lı iseniz size hesap açmıyor. Bu adam nasıl iş yapacak? Nasıl işini büyütecek?
- Yine arabasına kasko yaptırmış ama kaza olmuş anlaşma gereği adam gidecek sigortadan hakkını alacak, ne kadar zayiat, masraf varsa o kadar kasko firmasından parasını alacak, kasko firması vermiyor. Sigorta şirketi diyor ki ‘bize genelgeyle şu listedeki kimselere ödeme yapılmayacak diye talimat geldi.’ Bu nasıl bir iş? Bu kanun değil. Bu kanunsuz işleri yazı ile göndermiyorlar. Kanunsuz yazı göndermiyorlar. Şifâen diyor ki böyle olacak…
Mesela beni tecritte koyuyor, ‘bir yazı ver’ diyorsunuz. Biz seni ‘şundan dolayı, şu kanunun şu maddesine göre tecrite koyduk. Veremem’ diyor. Bunun gibi birçok kanunsuzluklar var. Bunların hepsine temas etmemiz mümkün değil.
Bu KHK mağdurlarının;
- Bir kısmı iş sahibi olamıyor.
- Devlet dairesinde çalışamıyor.
- Özel firmada çalışamıyor.
- Bir kısmının emeklisi engelleniyor. Emekliliği gelmiş emekli olamıyor. Emekli maaşı bağlanmıyor. Yani bir nefret var. Adalet yok nefret var. Adalet yok siyaset var. Adalet yok talimat var. Kişi emekli olmuş, 20 yıl 30 yıl prim ödemiş ama emeklisini ya uzatıp hemen vermiyorlar ya da birtakım mazeretlerle adamı illallah ettiriyorlar. Bazıları emekli oldu. Emekli olamayanlarında hakkı. Ne suç işlerse işlesin bu adam primlerini ödemiş ve bunun maaş alma hakkı var. Bunu engelleyemezsiniz. Bunun gibi birçok haksızlıklar var.
- Kredi kartı borcunu kapatamıyor.
- Öğrenci bursu alacak, alamıyor.
- Ev kiralamak isteyenlerin ev sahibine bazı siyah gözlüklü adamlar gidip tehdit ediyorlar. Neden bunlara ev verdin?
- Bizim konferanslarımızda düğün salonu sahipleri tehdit edildi. ‘Neden bunlara düğün salonu verdin? Bir daha vermeyeceksin’ dediler. Düğün salonunun sahibi geldi: “Kusura bakmayın. Siyah gözlüklü adamlar gelip beni tehdit ediyorlar. O yüzden bir dahaki seneye bana Veremem” dedi. Aynı olay Almanya’da bile başıma geldi. Almanya’nın Dortmund şehrinde, Hamburg şehrinde iki yerde de konferans için tuttuğumuz yerin sahibini tehdit ettiler. Oraya kadar ellerini uzattılar.
Mesele şudur: “15 Temmuz darbesi ile İslami faaliyetler engelleniyor. Yalnızca cemaatler değil, cemaat olmayanlarda engelleniyor. Sürekli olarak baskı kuruluyor. Bir korku imparatorluğu meydana getiriliyor. Hiç kimse kendinden emin olamıyor.”
Bu operasyonlar üç buçuk senedir bu operasyonlar niye bitirilmiyor? Her gün üç beş kişi, üç beş kişi aynı bizim mahkemeler gibi… Her celsede bir, iki konuşma daha getiriyorlar.
11. Ağır cezada görülen terör mahkemesinde;
- İlk iddianamede 6 konuşma vardı. Onlar da bir şey yok, cevabını verdim.
- Baktılar ki bundan beraat çıkacak, bir iddianame daha getirdiler. Bir konuşma daha onda da bir şey yok, cevabını verdim. Benim terör örgütleri ile alakam yok ki onları öveyim, onların propagandasını yapayım.
- Bunun üzerine bir iddianame daha getirdiler. 13 konuşma daha oldu. Toplam 20 konuşma oldu. 21 Ocak 2020 de olan mahkemede savcı artık mütalaa verecek, hâkim de karar verecek diye beklerken hâkim: “Dün akşam 16.53 de saat 5’e 7 kala bir mail geldi. Antep’ten ve Malatya’dan bir vatandaş şikayetçi olmuşlar. Hangi konuşmadan şikayetçi olmuşlar incelememiz lazım evet ne olmuş olmuşsa şikayetçi olmuş, hangi konuşmadan şikayetçi ise onu incelememizi lazım diyerek 3 ay sonraya gün verdi.” Son dakika. Hakimlerde bu durumdan rahatsız. Hakimlerde yılmış, usanmış artık.
Ey zalimler! Şu yargıdan elinizi çekin. Hâkimleri ve savcıları özgür bırakın.
Bundan sonra “Alparslan Kuytul’a özgürlük değil, hakimlere ve savcılara özgürlük” dememiz lazım.
Hâkim olacağıma mahkûm olmayı tercih ederim.
Artık bu zulümler bitirilmelidir:
- Yasalaşması olan tüm KHK’lar iptal edilmelidir.
- KHK’ya son verilmelidir.
- Yargı bağımsızlığı sağlanmalıdır. Hakimlere savcılara baskı artık bitirilmelidir.
- Bugüne kadar yapılmış olan haksızlıklar için özür dilenmeli ve mahkemeleri yeniden başlatılmalıdır.
- Mal varlığına haksız yere el konulan kimseler varsa mal varlıkları kendilerine iade edilmelidir.
- Artık herkese eşit davranılmalı, hiç kimsenin özel muameleye tabi tutulmasına müsaade edilmemelidir. Herkes kanunlar önünde eşittir. Adamına göre kanun olmaz. Adamına göre talimat olmaz.
- Tutuksuz yargılama kanunda esastır. Neden tutuklu yargılama adet haline getirilmiştir? Tutuklu yargılama adet haline getirildi ve yargısız infaz yapıldı. Ben kaçacak adama benziyor muyum ki tutuklu yargıladılar. Bütün deliller toplanmıştı. Dolayısıyla tutuklu yargılamayı gerektiren bir şey de yoktu. İnsanlar tutuklu yargılanıyor sonra beraat ediyor. O kadar yattı. ne olacak? Umurlarında bile değil.
Adaletin olduğu ülkede önce suçun delilleri olur, sonra kişiye savunma hakkı verilir. En sonunda da suçlu ise tutuklanır.
Adaletin olmadığı ülkede ise önce kişi tutuklanıyor, sonra suç uyduruluyor, daha sonra kişiye bir, iki sene sonra kendini savunma hakkı veriliyor. Kafadan bir, iki sene yatıyorsunuz. Yani bir, iki sene sonra kendinizi savunabiliyorsunuz. Bu nasıl bir adalet? Bu nasıl kanun? Kişiye göre 6 ay sonra, bir sene sonra iddianame hazırlanıyor ve 3 ay, 6 ay sonraya gün veriliyor. Bir, iki sene sonra ‘kendinizi savunun’ diyor. Savunuyorsunuz, tahliye oluyorsunuz, bu sefer de baskıyla yan odadaki hâkime tekrar tutuklatıyorlar. Adaletin olduğu ülke ile adaletin olmadığı ülke…
Adaletin olduğu ülkede savcılar suçu ispat eder.
Adaletin olmadığı ülkede ise sanıklar suçsuzluğunu ispat eder.
Türkiye’de savcılar, suçu ispat edemiyor. Sanıklara ‘sen suçsuzluğunu ispat et’ diyorlar. Suçun delili olur. Suçsuzluğun delili olmaz. Hangi cümlem de ‘terör propagandası’ gördünüz? Ben onlardan mıyım ki onların propagandasını yapayım. Hangi cümlem de suç gördüğünü söyle? “Onu söylemiyor. Seni atıyor içeriye bir sene sonra kendini savunursun” diyor. Yerin dibine batsın böyle Adalet.
Nasıl ki, 12 Eylül zulmünü insanlar hatırlıyorlar ve lanet okuyorlarsa, bu dönem de lanetle hatırlanacak ve zulüm dönemi olarak tarihte yerini alacaktır.
15 Temmuz bahanesiyle İslami hizmetler bitirilmek isteniyor. Bitirilemeyenlerde küçültülmek isteniyor. Türkiye’de diktatörlük kurmak istiyorlar. Türkiye devleti içerisinde özgürlükleri fazla bulan bir kadro var. Yaptığımız mücadele aslında bunun önünde buna karşı olan bir mücadeledir.
2014 yılında; “Aşama aşama bütün cemaatler, İslami faaliyetler bitirilmek isteniyor” dedim. Bakın hiçbir örgütle alakası olmayanlara sıra geldi. Bilim ve Sanat Vakfı’na kadar, entelektüellerin çıkıp konuşma yaptığı bir vakıftı. Ona bile kayyım atadılar. Neden? Bu vakfın kurucularından biri Ahmet Davutoğlu ve dün Başbakandı. AKP ile beraberken çok iyi, AKP’den ayrılınca çok kötü bir adam oldu. Kurmuş olduğu vakıf Kayyım eliyle kapatıldı. Kayyıma devredilerek işlemsiz hale getirildi. Yani küçük bir muhalefet dahi gösterdiğinizde derhal işinizi bitirmek, susturmak istiyorlar. O dönem bitti. Benzetmek istiyorsunuz ama ‘burası Suriye değil, Irak değil, Libya değil, Yemen değil bunu bilin. Ve zamanda o zaman değildir. İnternet var. Bütün medyayı elinize almış olabilirsiniz ancak sosyal medya diye ikinci bir medya var. Onu da elinize alamadınız ve alamayacaksınız. Dolayısıyla bu diktatörlük heveslerini bırakın. Bu dönem Saddam’ın, Kaddafi’nin, hafız Esad’ın dönemi değildir. 2020 yılındayız dolayısıyla artık bu gibi hayaller gerçekleşmez.”
Bizim mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir. Yargı mensupları da bu yapılanlara tepki göstermelidir. Hâkimler ‘yeter artık, ben bağımsız bir yargıcım, bana talimat veremezsiniz’ demelidir. Orhan Gazi’nin bir sözü var; “Geciken Adalet, zulümdür.” Hâkimler bu zulme ortak olmamalıdır. Bütün kirli eller, yargıdan elini çekmelidirler. Yargıya hâkim olanlar: “Yargı altın devrini yaşıyor” diyor.
-Doğu Perinçek: “2014 yılından beri Türkiye’yi Tayyip Erdoğan yönetmiyor” diyor.
-Gazeteci soruyor: Kim yönetiyor?
-Doğu Perinçek: “Ordu, polis ve Vatan partisi yönetiyor” diyor.
Bunu söylediği halde hakkında hiçbir işlem yapılamıyor, soruşturma açılamıyor. Perinçek: ‘Cumhurbaşkanı’nın yolsuzluğuna dair elimde 38 tane dosya var’ demişti. “Nasıl bunu söylersin? Cumhurbaşkanı’nın yolsuzlukların neymiş, dosyaları savcılara teslim et” denilmiyor. Son aylarda farkındaysanız her gün televizyonlarda her lafı söylüyor. Neden ‘yargı altın çağını yaşıyor’ dediğini anlayabiliyoruz. Çünkü artık her istediklerini yaptırabiliyor. Kimler istediğini yaptırabiliyor ve kimler yargının konumundan memnunsa onlar yargıya hâkim olmuşlardır.
Karşı mücadele verilmelidir. Yargının bağımsızlığı sağlanmalıdır. Hukuk devleti olamadı hiç olmazsa kanun devleti olsunlar. Allah’ın kanunlarını rafa kaldırdılar hiç olmazsa kendi kanunlarını adam gibi uygulasınlar. Keyfi idarede bulunuyorlar. Mücadele vermek boynumuzun borcudur. Türkiye’nin diktatörleşmesine müsaade edilmemelidir. Diktatörlüğe karşı mücadele edilecek ve edilmeye devam edilecektir. Desteklerinizden dolayı teşekkür ediyorum. Allah razı olsun."
Dinlemek için tıklayınız;