Alparslan Kuytul Hocaefendi’den 17 Aralık Operasyonu Yorumu
Alparslan Kuytul Hocaefendi, her Cuma yaptığı, internetten de canlı olarak yayınlanan Tefsir Dersi sonrasında kendisine konuyla ilgili yöneltilen soruya verdiği cevapta şunları söyledi;
“Bakanların çocukları bu işi gerçekten yapmışlarsa, milletin malını yolsuzlukla gasp etmişlerse cezalarını çekmelidirler. Ama seçim arefesinde bu işin bu şekilde ortaya çıkarılması ve dershane kavgalarının hemen ardından böyle bir olayın olması insanı gerçekten de şüphelendiriyor. Bu olay yolsuzluk araştırması mıdır, yoksa hükümete oy kaybettirmek için yapılan bir operasyon mudur? Bu olaylarda da hiç kimse operasyonun sırf hırsızlık için yapıldığına inanmıyor, inanmaz da… Her şeyin planlandığı belli. Ama bir yerde hata ettiler. Dershane meselesinden sonra ve cemaate bağlı savcı ve emniyet amirleri tarafından operasyon başlatılınca bu operasyonları kendilerinin planladığı ortaya çıktı.
• Hem siyasette hem medyada ve hem de sosyal medyada açık bir savaş var. Şu anda derin devlet ile resmi devlet ya da derin devletin iki ayrı kanadı birbiriyle savaş yapıyorlar. Mesele yolsuzlukla mücadele ise neden bu yolsuzluk önceden ortaya çıkarılmadı? Madem dinlemelere son verilmiş, dosyalar hazırlanmış, bu kimseler o zaman içeri alınsaydı… Eğer gerçekten bir hırsızlık varsa aranız iyiyken neden ortaya çıkarmadınız? Bu hükümet 11 yıllık bir hükümet, yolsuzluk iddiası eğer doğruysa mutlaka daha önce de başka yolsuzluklar yapılmıştır. Neden yıllardır bunlara sessiz kaldınız? Buradan anlaşılıyor ki bu olay seçimle ilgilidir. Biz hükümet taraftarı değiliz. Biz tarafsızız. Ama her şey meydandadır.
Bu sadece dershane meselesi de değildir. Hükümet şu an daha fazla ortalık karışmasın diye dershane meselesini 2 yıl tehir etti. Fakat onlar olayı daha da büyütüyorlar. Seçim hazırlığı yapılıyor. Seçimde belli ki CHP desteklenecektir. Kendi tabanlarını AKP’den koparıp CHP’ye yaklaştırmak için kavga kasıtlı olarak büyütülüyor. • Cemaat ile hükümet arasındaki asıl mesele gerek dış, gerekse iç politikadaki farklılıklardır. Dış politikada; cemaat hükümetin İran ile olumlu ilişkiler kurmasından, İsrail ile hükümet arasında meydana gelen olumsuz ilişkilerden, Mısır darbecilerine karşı hükümetin sert tavrından, Amerika’nın istemediği kadar hükümetin Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de aktif rol oynamaya çalışmasından rahatsız. Tıpkı Amerika ve İsrail’in rahatsız olması gibi.
Dış politikanın bu önemli konularında cemaat hükümetle anlaşamadı. • İç politikada ise; cemaat özellikle hükümetin terörü bitirebilmek için başlattığı Kürt açılımı ve Kürtlere bir takım hakların verilme sürecinden, başörtüsü konusunda hükümetin attığı adımlardan rahatsız. Hükümet ise cemaatin savcı ve polislerinin sadece darbecilere yapmaları gereken operasyonların darbeyle alakası olmayan kimselere de yapmalarından ve tüm ordunun yıpratılmasından rahatsız. Tüm bu konular kırılma noktaları oldu. • Başörtüsü konusu da bir kırılma noktasıydı. Cemaatin başörtüsü konusunda hükümetin attığı adımlara razı olduklarına dair şüphelerim var. Hükümet cemaatle arasını bozmadan 11 yıldır bu konularda hiçbir adım atamamıştı. Ne zaman ki ipler koptu o zaman başörtüsü yasağının bir kısmını kaldırabildi. Biz 30 sene önce başörtüsü mücadelesini verirken onlar yine desteklemez ve katılmazlardı. O zaman da başörtüsü konusundaki görüşleri “başörtüsü furuaattır (detay)” demek olmuştu.” • Cemaatin kendi gücüne güvenerek böyle bir operasyon başlatıp hükümete savaş açmasını mümkün görmüyorum.
Amerika, İsrail ve Türkiye derin devletiyle birlikte bu operasyonun yürütüldüğünü zannediyorum. Amerika büyükelçisi Ricardone’nin: “Yakında büyük bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz.” demesi de bunun bir delilidir. Ancak cemaat bugüne kadar Amerika’nın çok dostlarını sattığını, güçlüyle birlikte olmayı tercih ettiğini unutmamalıdır.” Ayrıca Alparslan Kuytul Hocaefendi, Fethullah Gülen Hoca’nın “bedduası”yla ilgili olarak da dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu. Alparslan Kuytul Hocaefendi şu noktalara temas etti: • “Yapılan bedduaya “bu beddua değil, mülaane” diye savunma getirdiler. Yapılan yanlışı savunmak için ilmî açıklama yapmaya çalıştılarsa da isabet edemediler. Mülaane; “Lanetleşmek” demektir. Her iki tarafında kendilerinin doğru olduğuna dair karşılıklı bir şekilde Allah’ı şahit tutup lanetleşmesine mülaane denir. Kısacası mülaane karşılıklı olur. Fethullah Gülen’in karşısında birisi mi var? Hayır yok. Dolayısıyla bu bir bedduadır.
Mülaane olsa bile sonuçta o da yine bir beddua çeşididir. • Ve bütün bunlardan daha önemlisi; bugüne kadar bu cemaatin ya da Fethullah Gülen’in Irak’ta bir buçuk milyon müslümanı öldüren ve binlerce kadının namusunu kirleten Amerika’ya, Mavi Marmara’da insanlarımızı şehit eden İsrail’e, başörtüsü düşmanlarına, Abdulkadir Molla’yı şehid eden alçaklara, Mısır’da beş bin kişiyi şehit eden darbeci zalimlere beddua ettiğini gördünüz mü? Bırakın bedduayı, insanlar onların ağzından Amerika’nın ve İsrail’in aleyhine bir şey duymadı. Hatta Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda saldıran İsrail’e beddua edeceğine “ İsrail’in otoritesini tanımalı, onlardan izin almalıydınız” demişti. Demek ki Irak, Mavi Marmara ve Mısır onları bu kadar üzmemiş, demek ki başörtülü Merve Kavakçı’ya “bu kadını dışarı atın” diyen Ecevit’in tavrı ve 28 Şubatta Erbakan hükümetini deviren darbecilerin yaptıkları onlara dokunmamış.
Üstelik Fethullah Hoca Ecevit hakkında “Allah bana kıyamet günü şefaat etme hakkı verirse Ecevit’e şefaat ederim” bile demişti. Müslümanın ciğerinin yandığı hususlarda belli ki onların ciğerleri yanmadı. Onların ciğeri sadece kendilerine dokunan hususlarda yandı. • Bütün bunlar Allah’ın bir müdahalesidir. Allah kendi dinini bozanlara bir yere kadar müsaade etmektedir. Dinler arası diyalog ile İslam’ın içini boşaltma ve ılımlı hale getirme, Müslüman bir kızı Hıristiyan bir erkekle evlendirme gibi işlerle dini bozdular. Sırat köprüsü kurup üzerinden Yahudi ve Hıristiyanları da geçirdiler. Türkçe olimpiyatları ile genç kızlara erkeklerin karşısında şarkı söyletip haramları helalleştirdiler. Dini; milliyetçi ve insanî bir harekete dönüştürdüler. Ve İslam’ı demokrasi ile özdeş hale getirdiler. Laikliği benimsediler... İslam’ı bilen mücadeleci bir nesil değil, kız çocuğu gibi sadece matematikte, fizikte ilerleyen adamlar yetiştirdiler. Hâlbuki bizim bilim adamından çok dava adamına ihtiyacımız vardı. Aslında bütün bunlar hata değil, planlanan bir proje idi. Bu din Allah’ındır ve Allah dininin ve davasının bu kadar bozulmasına müsaade etmez.
Bir başka açıdan yaklaşırsak: Bunlar dini bozacak bu faaliyetleri yıllardır yapıyorlardı. Kimsenin sesi çıkmadı. Cemaat kendisine dokunmayan kâfir ve zalimlere bile beddua etmeyip kendisine dokunan Müslümanlara beddua ettiği gibi Hükümet de onların dine verdiği zararlara sessiz kalmış, kendilerine dokununca gerekli tepkiyi göstermeye başlamıştır. Daha 6 ay evvel Başbakan Türkçe olimpiyatlarına katılıp desteklemedi mi? Ben bu meseleleri sadece bugün değil 10 yıl önce de anlatıyordum ve hatalarını söylüyordum. Dinler Arası Diyalog ile ilgili konferanslar da yaptım. Bu sebeple bu gün benim konuşmaya hakkım var. • Cemaat dini bozduğu için, Hükümet ve taraftarları ise buna sessiz kaldıkları için tevbe etmelidirler. Ve o cemaatte olan kardeşlerimiz yıllardır ‘ağabeylerimizin, hocalarımızın niyetleri iyidir’ diye hüsnü-zan ettiler. Ama gidişatın kötü olduğunu hiç görmek istemediler. Cemaatin geldiği noktaya bir bakın: Amerika ve İsrail’le iyi fakat Müslümanlarla kötü! Diğer cemaatlerden kimseyle görüşmez, selam dahi vermezler. Müslümanlardan bu kadar uzaklaşıp kâfirlere yaklaştılar. Kâfirleri kazanamadılar, Müslümanları da kaybettiler. Tarihte bir zatın sözü vardı; “Onlar dostlarını ihmal ettiler. Düşmanlarına önem verdiler. Düşmanları onlarla dost olmadı. Bu arada dostlarını da kaybettiler. İkisi birleşince yıkılmaları kaçınılmaz oldu.” Şimdi ben onu görüyorum. Şunu bilin ki Amerika bugüne kadar çok dostlarını sattı. Bir gün sizi de satacaktır. İçlerinde samimi insanların olduğuna inanıyorum. Ve içlerindeki samimi ağabeylerin-hocaların artık konuşması gerektiğini düşünüyorum. Gaybı bilen Allah’tır ama görünen o ki; bu işin daha fazla yürümeyeceği bellidir. Derhal beddua yerine tevbe etmelidirler. Azabın gelmesine yakın tevbe ederek azaptan kurtulan Yunus ( A.S) ın kavmi gibi tevbe ederlerse, ılımlı İslamı ve tavizkar metodu bırakıp peygamberi hareket metoduna dönerlerse azaptan kurtulabilirler. Aksi halde büyük bir çöküş ile çökeceklerini onlara haber veriyorum. Çünkü dini tahrif etmenin bedeli büyüktür.